16.12.15

Wrong Number!

Bir haftadır diyetisyenlerimizin yazılarından duyduğum bir haberi arıyorum. Yeni çıkan bir ‘’diyet’’ kitabı, onun  yazarı olan bir doktor  ve bu yazarın reklamını yapan bir gazete var ortada o belli de, kim bu yazar, hangi kitap bu kitap?
 Ancak rastlayabildim bu habere ve rastlar rastlamaz da bu satırları yazarken buldum kendimi. Önce sinirlendim ama sonra korktum, çok korktum. Çünkü korkunç bir haber bu.
 
Bahsi geçen kişi bir profesör ama tabi ki beslenme profesörü değil kendisi kalp ve damar cerrahisi uzmanı. Profesörümüz, insanlara kilo verdirmeyi gaye edinmiş ve blog yazılarından birisinde de; tıp fakültelerinde beslenme ve diyet dersi detaylı bir biçimde verilmediğinden beslenme işi diyetisyenlere kaldı diyerek açıklamış bu durumu. Diyetisyenlerin fizyolojiyi yeterli bilmediğini düşündüğü içinde diyetisyenlerin yaptığı işi kendisinin üstlenmesi gerektiğine inanmış. Peki ne demişte bu kadar eleştiri almış diye soracaksınız, sorun. Çünkü ben anlatmak istiyorum.
Doktorumuzun reklamını yapan gazete şöyle bir tanıtım reklamı döndürmüş ekranlarda:
… kişisinden olay yaratacak açıklamalar; kilo vermek için öğün atlayın, kahvaltıyı atlamak çok faydalı, 16 saatin üzerinde aç kalmak yağ yaktırır, yemek yemek metabolizmayı hızlandırmaz…
Kısacası doktorumuz, bizlere 4 yıl boyunca bilimsel temellere ve bilimsel araştırmalara dayanarak öğretilen beslenmeyle ilgili ne var ne yoksa aksini iddia ediyor. Yani? Yanisi ezber bozuyor. Olay yaratıyor. Çünkü esas amaç bu, olay yaratan iddiayı ortaya atıp sonra kenardan seyretmek. Bu kazandırıyor, çoğu kişiye bir şeylerini kaybettirirken.
Benim aklım almıyor bir insan, binlerce; on binlerce; belki milyonlarca kişinin eline geçecek bu kitabı nasıl bu şekilde tanıtır? Nasıl bu açıklamaları yapar? Hiç mi vicdanı sızlamaz? Yazık. Yazık ki ne yazık. Ne zaman insan hayatı bu kadar riske atılmaya müsait oldu, diyeceğim ama komik olacak öyle değil mi?
Ben buradan ne kadar kişiye ulaşabilirim bilmiyorum. Fazla olmayacaktır. Çünkü ilginç şeyler söylemiyorum. Absürt sloganlarım yok. Bir çoğunuzun duymak istediklerini söyleyemem, çünkü benim vicdanım var. Çünkü bende insanım ve insanı seviyorum. Ben sevdiğim bir canlının hayatını riske atacak tek bir şey söylemem, söyleyemem.
Sadece şunu istiyorum sizden bunu okuyan gözleriniz güzel baksın dünyaya, umutla baksın ve şunu anlatsın aynadaki aksinize; bu beden benim ve ona güzel bakmalıyım. 16 saatlik açlıklarla işkence etmemeli, doğru bilgiyi doğru adresten öğrenmeliyim.

PK (peekay) diye bir film var, Aamir Khan’ın başrolünü oynadığı.
Orada Hindistan’daki onlarca dine inanan binlerce insana aslında her şeyin bir olduğu ama bazı kötü niyetli kişilerin insanlara yanlış numara verdiği anlatılıyor. Ve ‘’Wrong Number (yanlış numara)’’ sloganıyla herkes bildiklerini sorgulamaya ve yanlış olanı fark etmeye başlıyor. Çok eğlenceli, çokta anlamlı bir film. Mutlaka izleyin. O zaman ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız.
Sizlere yanlış numarayı verenleri sorgulamaktan, eleştirmekten korkmayın. Yalan haberlerden, vesveselerden, bilimselliği olmayan sahte bilgilerden koruyalım birbirimizi. Çünkü biz kurtaracağız yine bizi.
Güzel kalplerinizden öperim, sevgiyle…


17.10.15

Bir Minik Tatlı: Kakaolu Ezme

''Keşke'' cümlelerimi iyi ki ile başlayacak şekilde baştan yazıyorum ve harika oluyor. Hikaye akıyor. İnsanın yüzü gülüyor. İnsanın aklı kalmıyor. İnsan, sırf bir cümleyi başka bir kelimeyle başlayarak kurdu diye dünya alem değişiyor. Bulut gidiyor. Güneş geliyor. İşte kelimeler bu kadar güçlü.
Bu sözler enerjisini sevdiğim güzel bir kelebeğe ait, Nil Karaibrahimgil'e.
Fotoğraf arşivimi karıştırırken yazın yapmış olduğum doğaçlama bir tatlının fotoğrafını buldum. Kalorisini bile hesaplamış yazmışım üzerine.
Ancak malzemelerini hatırlamaya çalıştığımda anımsamam zaman aldı.
''Keşke bir yere yazsaydım'' dedim içimden ilk önce.
Sonraysa ''İyi ki hafızam kötü değil hatırlayabildim en azından'' dedim.
Ve aklıma yukarıdaki satırlar geldi hemen.

Bundan uzun zaman sonra o tarif aklıma geldiğinde ''keşke o gün yazsaydım'' dememek için bugün sizlerle paylaşmaya karar verdim bu tarifi. Çok basit. Çok yalın. Ama doğaçlama olan şeyleri seviyorum. Özgün olan şeylere bayılıyorum. umarım sizde seversiniz :)

Küçük sürprizlerle sevdiklerinizin yüzünü güldürmekten hoşlanıyorsanız eğer bu tarif işe yarıyor doğrusu ;)

Malzemeleri vermeden önce küçük bir not: Yazın yaptığım için tarifin içerisinde incir var ancak siz onun yerine ister bir küçük kuru incir kullanabilirsiniz isterseniz de 1-2 cevizi ezip kullanabilirsiniz.  

Ve şimdi malzemeler :)

1 küçük boy muz
1 küçük boy incir
1 yemek kaşığı pekmez
1 çay kaşığı kakao
2 petibör bisküvi

Muzu ve inciri çatalla eziyorsunuz.
Petibör bisküvilerinizi veya kullanmak istediğiniz bisküvinizi de parmaklarınızla ufaladıktan sonra pekmez ve kakaoyu ekleyip iyice karıştırıyorsunuz servis yapacağınız kaba koyduktan sonra bir müddet dolapta beklettikten sonra küçük tatlınız hazır bile :)
İşte görüntüsü :)



Üzerini hindistan ceviziyle süsleyip süslememek size kalmış ;)
Afiyet olsun :)

1.8.15

Sevgili Dostum Deniz Börülcesi

Heyy :)
Sevgili okur, nerelerdesin hiç görünmüyorsun yahu??
 Unuttun sen valla beni. Darılacağım ama.
Hahaha şaka yaptım şaka :)
Hiç darılır mıyım ben sana, e biliyorum sende darılmazsın bana :)
Hem üstelik güzel bir yazı da yazacağım şimdi sana :)

Şöyle küçük bir bilgi vereyim de öncesinde sonra kızmayasın bana niye haber vermedin diye :)
Bir kaç gün önce ufacık tefecik bir ameliyatcık geçirdim.
O sebepten sürekli yatan, oturan bir tip oldum çıktım.
Yani isteyerek değil de mecburiyetten esasında.
Ama dedim ki dün akşam, İzan yeter artık nereye kadar yat yat; hem sen yatamazsın ki bu kadar; için sıkılır; daralırsın; bunalırsın.
Çünkü öyle oluyor idi yavaştan bir patlama yaşamak üzereydim sıkıntıdan ötüri. (kafiyelerle de bir takıntım var farkettiysen :) )
Neyse efenim kalktım gittim mutfağa (çünkü mutfağa girmek terapi gibi bir şey benim için) baktım annem yemek hazırlıyor filan. Of dedim ne yapacağım ben şimdi sonra aklıma geldi bizim dolapta beni bekleyen bir arkadaş vardı. Hızır gibi yetişti imdadıma sevgili deniz börülcem.
İlk kez deneyeceğim lezzetler için ayrı bir heyecan duyuyorum, hangi mutfak sever duymaz ki zaten?
Açtım bir kaç tarif baktım nasıl pişireceğim, nasıl yapacağım, nasıl en güzel olur derken bir de bakmışım olmuş bitmiş de ben çoktan yemişim bile :)))

Eee o zaman bunun bir yazısı olmasın mı?
Bence olsun. Zaten olacak, oluyor, bak oldu bitti bile :)

Sıkıntımı alıp götüren bu çok sevgili, deniz börülcesi diye adlandırdığımız arkadaş sulak yerlerde yetişen aslında ıspanakgillerin aile fertlerinden bir tanesi.
Denizin gel-git yaptığı yerlerde sular çekildikten sonra yetişiyor kendileri ve bünyesinde iyot başta olmak üzere sodyum, potasyum, kalsiyum, demir gibi mineralleri; A ve C vitaminlerini de barındırıyor içerisinde.
Bu yüzden ilk söyleyeceğim şey iyot eksikliğine bağlı guatr hastalığı bulunan kişiler için iyotça zengin topraklarda yetişen deniz börülcelerinin çok faydalı olduğudur.
Bunu not edelim yarın öbür gün lazım olur ;)
Bu notun yanına bir de parantez açıp şunu ekleyelim; bünyesinde iyotu fazlaca bulundurduğu için deniz börülcesi yüksek tansiyonu olan kişilerce tüketilirken çok ama çok dikkat edilmelidir.


Şimdi börülcenin faydaları kısmını bitirdiğimize göre tarif ve besin değerleri kısmına giriş yapmak için izninizi istiyorum.
Teşekkür ederim izin verdiğiniz için :)

100 gram deniz börülcesi bir porsiyondur ve yaklaşık 210 kaloridir.
Normal bir sebzeye göre karbonhidrat, protein değerleri daha yüksektir.
Tuzlu, ekşi ve çok lezzetli bir mezedir kendileri.
Ege Mutfağına mı ait desem Akdeniz Mutfağına mı bilemedim ama bana her ikisi de olur zaten :)
Ege'ye aşık Akdeniz'e hayran bir Akdenizliyim neticede :)

Ben tarifimi yaklaşık 150 gram deniz börülcesi ile yaptım. Ve 3 kişi yedik.
Maksat çeşit olsundu, soframızda deniz börülcesi de bulunsundu :)

Tarifime gelecek olursak,
Öncelikle güzelce yıkadığınız deniz börülcelerini kaynamış su bulunan tencereye 3-4 diş sarımsakla birlikte koyunuz.
Bu esnada sosunuzu yapmalısınız ki içerisindeki tatlar birbiriyle özdeşleşmeli.
Ben sosumu 3 kişilik yaptığımı düşünerek 3 tatlı kaşığı zeytinyağı (her bir kişiye 1 ölçü yağ olacak şekilde) 1 yemek kaşığı elma sirkesi, 1 yemek kaşığı nar ekşisi, çeyrek limonun suyu, yarım çay kaşığı pul biber, 1 tam dövülmüş ceviz ve 1-2 diş ezilmiş sarımsak ile yaptım.
 Bunların hepsini bir kasede karıştırıyorsunuz ve bir köşede bekletiyorsunuz. Kesinlikle tuz atmıyorsunuz çünkü deniz börülcesi zaten tuzlu bir bitki. Bunu konuşmuş idik.
Deniz börülcelerinin 15 dakika kadar ocakta kalması yeterli oluyor ancak yine de bir tanesini alarak içerisindeki odunsu kısımdan ayrılıyor mu diye kontrol edebilirsiniz, ateşten almadan önce.
Bunu nasıl yapacağım derseniz de aşağıya bir link bırakıyorum efenim :)

http://www.uzmantv.com/deniz-borulcesi-yaparken-nelere-dikkat-edelim

Ocaktan aldıktan sonra suyunu süzüp biraz soğumaya bırakıyoruz.
Ve daha sonra tek tek içerisindeki kılçık şeklindeki odunsu kısımlarından ayırıyoruz deniz börülcemizin yeşil kısımlarını.
Bu işlemi de bitirdikten sonra çatala dolayarak yuvarlak olacak şekilde servis tabağımıza koyuyoruz ve dilediğimiz gibi süslüyoruz. En sonda sosumuzu üzerine dökerek tarifimizi tamamlıyoruz.
Hepinize afiyet olsun.
Bana baya bir oldu da çünkü :)


Kaç kalori?
Kalorisine bakacak olursakta bu 3 kişilik tarife göre yaptığınızda her bir kişinin tükettiği lezzetin kalorisi 162 kkal'ye denk gelmektedir. Ancak ben 3 kişilik yaptığım tarifi yanlışlıkla 4'e bölünce işler biraz karışmış görünebilir, önemli değil. Ne olacak canım 3 kişilik yapın 4 kişi yiyin sizde yağdan gelecek kaloriyi birazcık kısmış olursunuz ;)
O yüzden fotoğraftaki her bir top deniz börülcesi sadece 122 kkal.
Domates ve havuçta benden olsun hadi saymıyorum onları ;))

Her zaman tüketelim mi peki?
İlkbahar ve yaz ayları deniz börülcesinin tüketilmesi için en uygun zamanlardır sevgili okurum.
Çünkü sonbahara doğru denizin tuzunu iyice içine çekiyor bu arkadaşımız ve yenilmesi güçleşiyor.
Her şeyinde bir zamanı var zaten öyle değil mi :)

Şimdi de mesela yazımı burada sonlandırma zamanı
Hepiniz kendilerinize ve sevdiklerinize çok çok iyi bakın.
Maviniz ve neşeniz bol olsun.
Sevgiler...

8.7.15

Aşkın Mutfak Hali

Sizlere bu satırları bir evin en sevdiğim kısmından yani mutfaktan yazıyorum
İlham burada geldi :)
 Zaten en çokta burada geliyor.
Çünkü seviyorum.
Ben sevdiğimde de bunun sınırı olmaz. Bir dakika… Zaten sevgide sınır mı olur ki?- Bunu da nereden çıkardıysam şimdi.
 Neyse, demeye çalıştığım şey şu, mutfakları çok severim, pek severim adeta bir mutfakseverim ben. Çünkü oralarda sadece yemek yapılmaz. Yemek yapmayı seven kişiler kendi içine döner yemek yaparken. O an tüm dünya kaybolur. Tek oda vardır koskoca evrende.


Hayatının fon müziği arka planda çalarken yemeğiyle konuşur kişi, onu sever okşar gözleriyle.
Bazen gözyaşları sel de olabilir tabi bir soğandan ötürü :) Ama genellikle gülümser yemek yapmayı seven kişiler.  
Güzel insanlardır. Yaratıcıdırlar ve bu yüzden hayatları renklidir. 
Çünkü yaratıcılık da sınır tanımaz, aynı sevgi gibi ve sıçrar hayatlarının her bir köşesine. 
Sevgileri de renklidir bu insanların, kalpleri de. Yumuşacık dokunurlar yemeklerini tadan insanların hayatlarına. Onların yüzü gülümsediğinde ise sadece mutludurlar.
Ve pratiktir yemek yapmayı seven insanlar.
Çünkü mutfak bunu ister. Saygı bekler. Yemek yapacağım diye kirletilmeyi, hor görülmeyi kaldıramaz asla.
Eğer siz onu sevmezseniz o da size hiçbir kolaylık sağlamaz. Çünkü her şey gibi mutfakta sevildikçe güzelleşir. Tüm mutfakseverlere sevgilerimi göndermek istedim bugün.
Çünkü aşkın mutfak halinden en iyi onlar anlar.Mutluluklar ise paylaşıldıkça çoğalır ve söylenen bazı sözler bir başkasının en içine usulca değdiğinde daha da güzelleşir dünya.
Güzelleşsin diye dünya dua edelim hep birlikte bu gece…
Sevgiler…

18.5.15

Yoğurtlu Mantar Sote

Sınavları başlayanlar veyahut çoktan başlamış olanlar,
Tatil yapmaya doyamayıp
Benim gibi kalbini bir yerlerde bırakanlar,
Hepinize merhaba :)

Bir önceki yazıda bir tarif paylaşmıştık.
Bunun devamının geleceğini bu yazıyla ilan etmiş oluyorum bende :)
Evet, yine bir tarifi var Dietos'un sizler için.
Bu kez zamanı kısıtlı olanlara, akşam öğününü atlamamaları için, pratik ve hafif bir öneri geliyor.

 Yoğurtlu Mantar Sote
(İki kişilik)


Malzemeler:
400 gram mantar (Marketlerdeki paketler 400 gramdır.)
1 orta boy soğan
2-3 orta boy kırmızı kapya biber
4-5 adet küçük boy salatalık turşusu
6 yemek kaşığı light yoğurt

Öncelikle kapya biberleri közlemek için fırına veya ocağa koyunuz.
 Daha sonra mantarları güzelce yıkayınız ve orta büyüklükte parçalara ayrılacak şekilde doğrayınız.
Doğradığınız mantarları tencereye koyup tencerenin kapağını kapatarak kısık ateşte 5-6 dakika pişiriniz.
Mantarın sulandığını göreceksiniz. Bu sürenin sonunda kapağını açarak 5 dakika daha pişiriniz.
Şimdide mantarın suyunu bir miktar çektiğine şahit olacaksınız :)
Bunlar olurken siz de soğanınızı küp küp doğramakla meşgul olmalı ve mantar, suyunu bir miktar çekince soğanları tencereye 1 tatlı kaşığı zeytinyağı ile birlikte eklemelisiniz.
10-15 dakika bu şekilde soteledikten sonra ocağın altını kapatarak mantarlarınızı suyu çok olmayacak şekilde tabağa alınız.
Onlar orada soğurken sizde közlenmiş biberlerinizi soyup doğrayabilirsiniz.
Mantarlar soğuduktan sonra doğradığınız biberleri ve salatalık turşusunu ekleyip 6 yemek kaşığı light yoğurt ile karıştırınız.
Afiyet olsun, tok tutsun :)



Evet yanlış görmüyorsunuz :) 1 porsiyonu sadece 165 kkal :)
Aynı zamanda 10 gramda protein içeriyor.

UNUTMAYIN!
Mantar, kalorisi son derece düşük ve protein açısından zengin bir besindir.


14.5.15

Yulaflı Aşk Muhallebisi

Merhaba tatlı sever okuyucularım,
Bugünün yazısı sizlere geliyor :)
Ben yulafı öneren fakat çiğ olarak tüketemeyen bir insanım maalesef.
Bunun sonucunda da yulafı pişirip, elimdeki malzemeleri de içerisine ekleyerek sizlerle paylaşabileceğim bir tatlı doğdu bugün.

İşte karşınızda
Yulaflı Aşk Muhallebisi


Malzemeler:
 9 Yemek Kaşığı (90 gram) Sade Yulaf Ezmesi
1,5 Su Bardağı (300 ml) Light Süt
10 adet küçük hurma
1 Tatlı Kaşığı Pudra Şekeri
1 Çay Kaşığı Kakao
1/2 Çay Kaşığı Tarçın

Öncelikle hurmaları (yumuşaması için) sıcak su doldurduğunuz kaseye, çekirdekleri çıkarılmış biçimde, koyuyorsunuz.
Daha sonra yulaf ezmesini, süt ile kısık ateşte pişiriyorsunuz.
(Yaklaşık 10 dakikada pişiyor.)
Hurmaları, kasedeki suyun bir kısmını da alarak, robottan geçiriyorsunuz.
Ve tenceredeki pişmiş yulafın üzerine ekliyorsunuz.
Kakao, pudra şekeri ve tarçını da ekledikten sonra 3 kaseye eşit olarak paylaştırıyorsunuz.
Dilerseniz benim yaptığım gibi bir kaç çileği ince ince dilimleyerek tatlınızın görselliğini artırabilirsiniz, onun kalorisini eklemeyin bile, benden olsun :)

Her bir porsiyonu 240 kkal olduğu için her daim tüketebileceğiniz bir tatlı değil belki ama zaman zaman kendinizi şımartabileceğiniz oldukça leziz bir tat olduğuna garanti veriyorum :)
Afiyet olsun
Sevgiyle kalın:)

26.4.15

Rengarenk Mevsim Meyveleri

Günaydın güneşten güzel okurlarım... 
Bir süredir ihmal ettim biliyorum. Fakat 3. sınıf olmak çok zor, n'olur anlayın beni :(
Aradaki boşluğu yok sayıp kaldığımız yerden devam edelim diyorum, ne dersiniz?
Evet evet bende öyle düşünmüştüm :)

Son günlerde her adım başında erik ve çilek satan amcalar görüyoruz ve manav tezgahları renk cümbüşü içinde adeta sizi çağırıyor, öyle değil mi?
Yani şahsen benim içim açılıyor onları gördükçe :)


Biliyorsunuz ki meyvelerin bizim için önemi büyük.
Posa içeriğiyle bağırsaklarımızın sağlığı üzerine direkt olarak etkililer.
Ve antioksidan vitaminleri içermesi yönünden de her gün mutlaka tüketmemiz gereken besinler.
Aynı zamanda posanın sindirimi normalden uzun sürdüğü için  tokluk hissimizin oluşmasına da yardımcı oluyor.


Peki biz bu mevsim meyvelerini ne kadar tüketelim?

Evet önemli olan soru bu.
Çünkü meyvelerin porsiyon ölçüleri sabit değil meyvesinden meyvesine değişkendir.
Şimdi başlıca mevsim meyveleri üzerinden ben sizlere bu meyvelerin 1 porsiyonlarının ne kadara karşılık geldiğini yazacağım.

Yeşil Erik: 10 adet (100 gram)
*Ancak tuzsuz yemelisiniz. Günlük 6 gram olan tuz hakkınızı sanırım erikle harcamak istemezsiniz :)

Çilek: 12 adet (180 gram)

Yeni Dünya (Muşmula): 6 adet (80 gram)

Kayısı: 4 adet (120 gram)

Şeftali: 1 orta boy (150 gram)

Kiraz: 15 adet (80 gram)

Vişne: 20 adet (100 gram)

Armut: 1 küçük boy (100 gram)

Elma: 1 küçük boy (100 gram)

Üzüm: 1 küçük salkım (90 gram)

Dut: 10 büyük boy (75 gram)

Muz: 1/2 büyük boy (75 gram)


Netleştirmek istediğim bir nokta var.
Eriği çok sevdiğiniz  için 10 adet değilde 20 adet yiyerek ''Bugün 2 porsiyon meyve yedim.'' demeniz mümkün. Aynı şekilde diğer meyveler içinde.
 Ancak beslenmede nasıl besin çeşitliliğini öneriyorsak, meyvelerde de farklı renkteki meyveleri tercih etmenizi öneriyoruz. Çünkü her meyvenin, her rengin kendine özgü farklı içerikleri var. Ve tabi ki farklı yararları.
Hepsinden faydalanabilmek adına meyve tabaklarınızı renklendirin...
Eklemek istediğim bir başka şey ise elma, armut gibi meyveleri lütfen kabuklu tüketin.
Çünkü kabuklarını soyduğunuzda posa miktarını oldukça azaltmış oluyorsunuz.
Afiyet olsun :)

Merak ettiğiniz farklı meyveler olabilir. Bunlarla ilgili bana e-mail yoluyla veya yazının altındaki yorum kısmıyla ulaşabilirsiniz.
Sevgiyle kalın :)

28.3.15

Fark Ederek Yaşamak

Geçtiğimiz yıl mikrobiyoloji sınavıma çalışırken besin zehirlenmesi geçirince stafilokokları suçlamıştım, tamda o konuya çalışırken hastalandığım için.
Şimdiyse bu yıl okulda gördüğüm hastalıkların bir çoğunun sürekli olarak yakınlarımda ve yakın çevremde ortaya çıktığını fark ediyorum.
Önceden de böyle miydi diye düşünmeden edemiyor insan.
Gün geçtikçe hastalanan insan sayısı artarken, sağlıklı insan sayısı da giderek azalıyor.
Bu da yaşam kalitemizi düşüren bir durum.
Biz diyorum çünkü bizzat kendimiz hasta olmasak bile bir yakınımız hasta oluyor ve dolaylı yoldan bizler de etkileniyoruz.

Peki ne yapmak gerek?
Kıymet bilmek gerek sevgili okur.
Mesela yanında astım inhaleri taşıma zorunluluğun olmadan rahatlıkla dışarı çıkabiliyorsan, günde 4 kere-5 kere kendine insülin enjeksiyonu yapmak zorunda değilsen, bacakların tutuyorsa, kasların çalışıyorsa, henüz hiç bir şeyi unutmadıysan, karnında bir torbayla yaşamıyorsan, gözün görüyor, elin tutuyor, kendi işini kendin görebiliyorsan eğer bunları her an hatırlayıp her an şükretmek gerek.

Ha bunları yaşıyor da olabilirsin, mesela her gün insülin enjeksiyonunu yapıp saati saatine yemek yemek zorunda olabilirsin, solunum aletini yanında devamlı taşımak zorunda olabilirsin veya başka bir zorunlulukla yaşıyor da olabilirsin.
 Ancak yaşamanın kolay olduğunu kim söyledi ki zaten bize?
Yine de daha kötüsünün var olduğunu unutmayıp, haline şükredip, yaşama gayretini yitirmemelisin.
Çünkü yaşam dediğin çok kısa zaten.
Yaşıyorsak eğer yaşamamızın bir anlamı olmalı, en azından bu farkındalıkla yaşamalıyız.

Benzer şekilde hiç bir şey imkansız olmamalı bizler için.
Başarı anlamında da, beslenme anlamında da.
Örneğin ''her gün yemezsem ölürüm'' diyebileceğimiz bir besin olmamalı hayatımızda.
Bir besinin kölesi olmamalıyız bizler.
Ben besinleri çok fazla seven bir insanım mesela.
Limondan vazgeçemem, acılı-baharatlı olmazsa yediğim yemeğin tadını alamam diye düşünsem de hiç bir zaman dile getirmemiştim bunu.
Ancak geçtiğimiz günlerde 1 hafta boyunca reflü şikayetleriyle yaşayınca nasıl vazgeçildiğini öyle bir yaşadım ki sevgili okur.
Kısıtlanmak çok kötü bir şey.
O yüzden iş o raddeye gelmeden her şeyi dozunda tüketebilmekte.

(Bu arada ben beslenmeme bir müddet dikkat ettikten sonra şikayetlerim geçti ve normale döndüm, çok yüksek ihtimal stres kaynaklı bir durumdu benimki. En azından kendimi dışarıdan gözlemlediğimde bu sonuca ulaştım. Ancak geçmeyedebilirdi. Ve her an tekrar yaşayadabilirim aynı şeyi, bunun bilinciyle yaşıyorum artık.)

Hayatta her alışkanlık değiştirilebilir, vazgeçilmez sandığımız bir çok şey vazgeçilebilir ve imkansız sandığımız çoğu şey başarılabilir.
Sadece inanmak ve denemek gerekiyor, hepsi bu.

Yaşadığımız müddetçe umutta var.
O umudu yeşertmek bizlerin elinde...

Sevgilerle...


21.3.15

Regl Dönemi Beslenmesi

Merhabalar benim güzel okurlarım :)
Az önce keşfettiğim bir durum sonrasında heyecanlı bir bekleyiş içindeyken size yeni bir yazı yazmanın uygun olacağına karar vererek buraya geldim.
Bugünkü yazımızın konusu daha çok kadınları ilgilendiren bir konu.
Ancak bu konu partner konumundaki erkekleri de dolaylı yoldan etkilediği için tabi ki onlarda okuyabilirler :)
Niçin mi böyle söyledim? Çünkü bu yazımızın konusu:

 Regl Dönemi Beslenmesi 

Bu dönemi; regl dönemi, adet dönemi, aybaşı hali, menstrüasyon dönemi gibi çeşitli isimlerle dile getiriyoruz.
(Hatta Cem Yılmaz tabiriyle Hallerim Geldi Dönemi :))
 Hepsi kabul çünkü hepsi doğru.
Ancak bir şey daha diyoruz ve ben onu her duyduğumda aklıma bir anım geliyor.
6. sınıf sınıf fen bilgisi dersinde öğretmenimizin söylediği bir şeyi hatırlıyorum çünkü.
''Hastalanmak'' olarak adlandırıyorsunuz bu dönemi ancak bu hastalık değil sağlıktır, demişti kendisi. Ne kadar doğru ve ne kadar güzel bir yaklaşım öyle değil mi?
O yüzden gelin hep birlikte bu tabiri yok edelim, kullanmayalım...



Menstrüasyon dönemi kadınlara stres, hafif kilo alımı, sinirlilik, ağrılar, mide bulantıları, özellikle tatlı besinlere karşı dur durak bilmeyen bir istek getirebiliyor.
Bunlar hormon kaynaklı gelip geçici durumlarda olsa belirli periyodlarla tekrarlandığı ve ortalama 30 civarı bir yıl boyunca sürdüğü için, bu durumu önemli ve dikkat edilmesi gereken bir durum olarak değerlendirmeliyiz.

Öncelikle bu dönemle ilgili bilmeniz gereken ilk şey; bol bol su tüketmeniz gerekitiğidir.
Bol boldan kastımız da günde ortalama 2-2,5 litre sudur.
Çünkü bu dönemde vücudumuzda şişkinlikler yani ödemler olur ve bu yüzden tartılarımız 1-1,5 kg civarı fazla gösterir.
Bu dönemde su tüketiminiz ne kadar az olursa vücudunuz o az olan suyu tutmak isteyeceğinden şişkinliğiniz de fazla olabilir.

İkinci önemli nokta ise; gaz yapıcı, uyarıcı besinlerden uzak durmanız gerektiğidir.
Zaten ağrılarınız, bulantılarınız veya karnınız ile ilgili tanımlayamadığınız rahatsız edici durumlar mevcut olduğundan gaz yapıcı besinlerle bu şikayetlerinizi daha da artırmamak bu dönemi daha kolay atlatmanızı sağlayacaktır.

Bu besinleri minimum düzeyde tüket veya hiç tüketme!
Kuru baklagiller, asitli ve karbonatlı içecekler, çay, kahve, çiğ soğan, sarımsak vb.


Not: Tercihen ada çayı, papatya çayı, melisa çayı gibi rahatlatıcı bitki çayları içilebilir.

Üçüncü önemli nokta: Gerek stres kaynaklı gerekse hormonal kaynaklı olarak genellikle tatlı besinlere olan yönelim artar bu dönemde.
Eğer tatlı yemeden duramıyorsanız size ağır gelmeyecek, daha hafif tatlıları tercih etmelisiniz.
1 porsiyon sütlü tatlı, 10-15 gram çikolata (Bitter olması daha iyi ancak damak zevkinize göre seçebilirsiniz, 15 gram 3 bara denk gelir.), 1 porsiyon meyveli tatlı, beyaz un yerine kepekli veya tam buğday unundan yapılmış bir kaç dilim kek gibi günlük alternatifler oluşturabilirsiniz.

Dördüncü önemli nokta: Bu dönemde Magnezyum ve Demir düzeylerinde azalma görülebilir.
O yüzden özellikle süt, kırmızı et, balık, yeşil sebze tüketimlerinize dikkat etmelisiniz.
Ve bunların yanı sıra da adet başlangıcınızdan 1 hafta öncesinde tuzlu yiyecekleri, salamura, turşu gibi besinleri tüketmemeye özen göstermelisiniz.
Çünkü tuz konsantresi yüksek yiyecekler ödem oluşumunu artırır.

Beşinci önemli nokta: Bu döneme özgü değil ancak bu dönemde de sebze-meyve tüketimlerinize dikkat etmelisiniz. Bunlar tok hissetmenizi sağlayacağından atıştırma isteğinizi de baskılayabilecek besinlerdir.

Son önemli noktamız ise bu dönemde bazal metabolizma hızı arttığı için günlük enerji gereksinimi de bir miktar artabilir.
Eğer tatlı tüketen bir bireyseniz normal beslenmenize devam ettiğiniz takdirde enerji ihtiyacınızı karşılamış olursunuz.
Ancak tatlı tüketmeyi tercih etmiyorsanız ve normalden fazla yiyorum diye endişeleniyorsanız, endişelenmeyin çünkü büyük ihtimalle enerji gereksiniminiz artmış olduğu için yiyorsunuzdur.

Ve son olarak sizi rahatlattığına inandığınız ortamlar varsa oralara gidebilir veya sizi rahat hissettirecek aktiviteleri yaparak stresinizi minimize edebilirsiniz.
Sağlıcakla kalın.
En kocaman sevgiler benden size...

12.2.15

Duygusal Doyum&Duygusal Doyumsuzluk

Beslenmek fiziksel bir ihtiyaçtır.
Ancak biz bunu zaman zaman unutup duygularımızın beslenmemizi yönetmesine izin veririz.
Kimimiz çok mutlu olunca mutluluğunu yiyeceklerle paylaşır
Kimimiz ise üzüntü ve öfkesini unutmak için yiyeceklere sarılır.
Peki geçmişimiz de beslenmemizi etkileyebilir mi?
Neden olmasın.
Herkesin kırgınlıkları, öfkeleri, yaşanmışlıkları ve yaşanamamışlıkları var ve bazılarımız bunları başka şekillerde aşarken bazılarımız ise unutmak, yok saymak, bizi etkilemediğini ispatlamak için yiyeceklerin arkasına saklanabiliyor.
Yemek yeme davranışı bize kendimizi özgür hissettirdiği için yiyoruz.
Bu konuda bize kimsenin karışamayacağını ispat etmek için yiyoruz.
Kendimizden nefret etmek için yiyoruz.
Kendimizi cezalandırmak için yiyoruz.
Mutlu olduğumuzu göstermek, mutsuzluğumuzu unutmak için yiyoruz.

Yiyoruz, yiyoruz, yiyoruz...
Peki nereye kadar sürecek bu böyle?
Hayatta karşımıza bir çok fırsat çıkabilir ancak yaşamak için verilen tek şansımızı bu şekilde kullanarak iyi mi yapıyoruz acaba?
Alt satırlarda cevabını bulacağız sanırım.

Size altta fotoğrafını göreceğiniz bir kitaptan bahsedeceğim bugün
Orada yazar, bu durumu şöyle özetlemiş.

''Yeterince anlayış, sevgi ve takdir görmüyorsak kendimizi durumun gereklerine göre ayarlarız. Beklentilerimizi düşürürüz. İhtiyacımız olan şeyleri artık istemeyiz. Acıyan yerlerimizi artık göstermeyiz, teskin edilmemiz gerekirken bundan vazgeçeriz. İnsanların bizi görmek isteyeceği beklentisine son veririz. Ve ayakta kalmak konusunda, avuntu da ve sevinçte kendimize, yalnızca kendimize dayanmaya başlarız. Yemeye başlarız ve yedikçe yeriz.''





Geneen Roth, zorlantılı yemek yeme davranışına sahip olmuş ve neredeyse 20 yıldır bundan nasıl kurtulmak gerektiği konusunda atölyeler yöneten bir yazar.
Kişilerin aralamaya zorladığı perdelerin arkasına geçmesine, geçmişin karanlık odalarından çıkıp şu ana gelmelerine yardımcı olan bir kadın.

Sevginin Yerini Yemek Alınca ise kitabın giriş kısmında Geneen tarafından şu şekilde anlatılmış. ''Bu kitap insanların kendilerini niçin yemeğe verdikleri sorununun özüne iniyor. Çocukken aldığımız mesajları, onları nasıl kendimizden nefret etmeye dönüştürdüğümüzü ve bu acıyı gerek öbür insanlara gerek kendi çocuklarımıza nasıl yansıttığımızı araştırıyor. Kendimizi geçmiş acıların kurbanı olarak hissetmektense şimdi, şu an değişmek için sorumluluk almanın önemini vurguluyor.''
Ve ekliyor '' Zorlantılı davranışları tedavi etmek yetmiyor. Bir sonraki adım, kendimizle ve başkalarıyla derin ilişkiler kurmak, yüreklerimizi sevgiye açmak. İşte bu kitap o adımı atmak hakkında.''

Ben bu kitabı okurken gerçekten insan psikolojisinin hiç umulmadık durumlarda umulmadık şeyler yapmaya açık olduğunu bir kez daha anladım. Başkaları bizi sevmiyorsa seçebileceğimiz iki seçenek vardır. Birincisi kendimizi daha çok sevmek (Bencillik sınırına ulaşabilir.) ikincisi ise kendimizden nefret etmek. İki durumda sonuç olarak aynı kapıya yani zorlantılı yemek yeme davranışına açılan birer hol gibi.
Kendimize bunu yapmamızın sebebini de Roth, şöyle açıklamış.
''Tam olarak neyi istiyorsak ona sahip olmak için kendimize izin veriyoruz. Yaşamlarımızın geri kalanına gelince, sürekli olarak kısıtlanmış duygular diyetindeyiz.''

Kısıtlanmış duygular diyeti...
Gerçekten de ne kadar doğru.
Mutluysan kahkaha atma, sevinçliysen kar topu oynama ki hayatta kalasın, hamileysen sokağa çıkma gibi gibi dayatmalar altındayız mesela ülkemde.
Duygularımızı kısıtlamak için çevreden gelen bir baskı bulutunun altında yaşıyoruz.
En basitinden kız çocuğusun sen hanım hanım otur, oğlan çocuğusun sen vur, kır, parçala evladım zihniyetiyle yetiştiriliyor nice çocuklarımız.
Yeme davranış bozukluklarının daha çok kadınlarda görülmesinin sebeplerinden bir tanesi işte size.
Özgür bırakılmadıkça, çevremizdekiler her daim bizden bir beklenti içinde olduklarında ve biz bunlara katlanamaz hale geldiğimizde tepki olarak bunu yapabiliyoruz.
Ancak içimizde bir güç var, buna hayır diyebilecek bir güç.
İnansan da inanmasan da, sen değerlisin.
Ben değerliyim.
Kendinize bunu her an hatırlatın...

''Çocukken bizden anne babalarımız sorumluydular. Ama yetişkinler olarak kimsenin bizimle ilgili sorumluluğu yok. Onların daha en başta yanımızda olmamaların bir telafisi yok. Ne bir sevgili, ne bir can ciğer arkadaş, ne bir terapist, ne bir destek grubu, kimse.
Yalnızca kendiniz. Size koşulsuz sevgi, güven duygusu ve kesintisiz ilgi gösterebilecek tek kişi sizsiniz. Yalnızca siz
.''
Diyor Geneen Roth ve ben buna sonuna kadar katılıyorum.

Gelelim şu geçmiş konusuna.
Geçmişimiz bizim çoğu şeyimiz. Ancak şimdimiz değil sevgili okur.
Geçmişe takılı kaldığımız, orada yaşamayı sürdürdüğümüz müddetçe bir yarınımız olamayacak. O yüzden geçmişi sindirip önümüze bakmalıyız.


Geneen Roth ise üzerinde düşünmeye değer bir noktaya parmak basarak şu şekilde bir yol göstermiş kitabında.

''Arkamıza bakmadan önümüze bakamayız.
Geçmişteki acıları iyileştirmeyi istemeden bize iyi gelen bir ilişki yaşayamayız.
İyileşmek için önce bunun mümkün olduğuna inanmalıyız.İyileşme isteğimiz öfke, üzüntü ve acı gibi duygulardan duyduğumuz korkudan daha şiddetli olmalı. Her şeyden ve herkesten çok iyileşmeyi istemeliyiz.
.....
Yaşamınızın niteliğini yaralarınız değil, o yaralarla ne yaptığınız belirler. Onu nasıl sarıyorsunuz, onunla dans mı ediyorsunuz yoksa kendinizi onun altına mı gömüyorsunuz
?''

''Yaşamın bir yönünü derinlemesine keşfedince karşınıza çıkan cevaplar her alanı kapsar. Yemekle ilgili saplantılarınızdan kurtulma aşamasında öğrendiğiniz şeyler aynı zamanda sevmek konusunda öğrenmeye muhtaç olduğunuz şeylerdir.

Kendinizi adayın.
Doğruyu söyleyin.
Kendinize güvenin.
Acının da başka her şey gibi bir sonu var.
Gülmeniz kolay olsun.
Ağlamanız kolay olsun.
Sabırlı olun.
Savunmasızlığa açık olun.
Tutunduğunuz bir şeyin sıkıntı vermeye başladığını anladığınızda onu bırakın.
Başarısızlığa açık olsun.

Korku yüzünden bilinmeyene atlamaktan veya karanlıkta oturmaktan vazgeçmeyin.
Unutmayın ki her şey biter, çalınır, kırılır, eskir; bedenler sarkıp kırışır; herkes acı çeker ve herkes ölür.
Hiçbir sevgi eylemi ziyan olmaz.
''

Sevgiye dair her şeyden mutlu olabilen, çok seven bir insanım.
Sevgiyi seviyorum.
Ve sevgiyi tercih ediyorum.
Ve sanırım Roth da benimle aynı fikirde:
'' Birini sevmek ve sevilmek insana başka insanlarla, tüm canlılarla neyin mümkün olduğunu öğretir.
Kendinizi değişim yaratan biri mi yoksa etkisiz eleman olarak mı gördüğünüz önemli. Kendinizi saygıyla mı yoksa umursamazca mı değerlendirdiğiniz önemli.
Kendiniz üstünde verdiğiniz her uğraş önemli.
Sevgiyi tercih ettiğiniz her sefer önemli.
''

Sevgiyi, iyiyi, güzeli tercih ettiğiniz her yeni güne gelsin bu yazı.
Kendinizi sevmekle başlayın işe.
Çünkü unutmayın, siz değerlisiniz.
Kendinizi severek ve kendinize saygı göstererek başlayın işe sonra da çevrenizdekilere aynısı uygulayın. Her şeyin çok daha kolay olduğunu göreceksiniz.
Sevgiyle kalın, sizi seviyorum...

3.2.15

İlk Yoğurdum :)

Bugün Akdeniz’de olmanın mutluluğuyla bir başka uyandım. 

Diyeceksiniz ki kızım yeni mi anladın Akdeniz’e geldiğini kaç gün oldu, e haklısınız da işte yeni yeni fark ediyorum tatile geldiğimi. Gelir gelmez dumura uğradım ben, neler yaptım hangi gün nasıl geçti hiç farkında değilim inanın ama bugün güneşli bir güne uyanınca sanırım mutluydum ve hissediyordum bazı şeyleri, farkındaydım yani bugünün :)

Ya biliyor musunuz ben sevdiğim zaman çok seviyorum ve bence Akdeniz’de öyle.
Sevmek ve sevilmek için var edilmiş gibi.
Eskinin sevdiğim Ayna’sı ‘’Yatağını yorganını, çeyizini, bohçanı, yüreğini kapta gel’’ diyor ya mutlaka gelmelisiniz. Dereden tepeden kıyıdan köşeden bir yol bulup gelmelisiniz ;)

Yoğurt yaptığımı söylemiştim sizlere bir önceki yazımda :)
Evet evet konuşacağım bunun hakkında :)
Size bir şey söyleyeyim mi başarısız olmak beni korkutmuyor. Aksine olmak istiyorum bazen. Bile isteye yanlışı yaptığım oluyor bazen. Çünkü tecrübe denen şey öyle kazanılıyor ve tecrübelerimiz bizim çoğu şeyimiz aslında... Tecrübe biriktirmekten hoşlananlardanım anlayacağınız ;)
Bu yoğurt konusunda da başarısız oldum denemez aslında.
Sadece annemle bir küçük anlaşmazlığa düştük. 
Ha buradan anlamayın ki annem yüzünden böyle oldu. Hayır tabi ki öyle değil.
O yıllardır yapar ve gayette olur ama iki kişiden iki farklı fikir çıkınca durum biraz karışıyor :)
Sonuç olarak iyi kalite bir yoğurt elde edemedim ilk denememde ama yemesi eğlenceli orta kalite bir yoğurt olduğunu söyleyebilirim :) Yani biz yerken güldükte baya :)

Şöyle kısaca bahsedeyim .
2 litre kaynamış ılımış inek sütüne, 2 dolu yemek kaşığı yoğurdu (doğal yoğurt adı altında aldığımız ama sorunun orada başladığı bir yoğurt koydum.) bir miktar süt ile erittikten sonra  ekledim. Ve odanın bir köşesinde tencerenin üzerini ısı getirecek bir şeylerle sarıp 4-5 saat beklettim. Daha sonra da buzdolabına kaldırdım.
Yani kıvam olarak tutmadı tam biraz daha sıvı kaldı yoğurdum. O da yaparken kullandığım yoğurttan kaynaklandı. Siz bunu hazır yoğurtlarla yapabilirsiniz ve her yapışınızda yoğurdunuzdan bir miktar ayırarak yeni yapacağınız yoğurtta onu kullanabilirsiniz. Zamanla daha başarılı sonuçlar alırsınız böylelikle.

Önemli!!!
Yoğurdun ana maddesi süt olduğu için demir ve  C vitamini dışında insan gereksinimi olan tüm besin öğelerini içerir.

Ancak süt ve yoğurt çoğu zaman birbiri yerine kullanılabilse bile bazı durumlarda buna dikkat edilmelidir.

Konstipasyon(kabızlık) durumunda bireye süt (yağ içeren) verilmesi, bağırsak hareketlerini artıracağı için daha uygundur. Diyare (ishal) durumunda ise yoğurt verilmesi daha doğru bir hareket olur. Çünkü yoğurt zararlı mikroorganizmaların oluşumunu engelleyen bir etkiye sahiptir. Aynı zamanda da probiyotik dediğimiz bağırsak florası için yararlı bakterileri içeren bir besindir.
Ve özellikle yaşlı bireylerde süt içmek gaz oluşumuna, şişkinliğe sebebiyet verebilir. Bu durumlarda da alınması gereken kalsiyum yoğurttan karşılanmalıdır. Yoğurdu daha iyi tolere edebilir bu bireyler.

Hepinize mutlu günler.
Sağlıcakla kalın efendim :)

30.1.15

Yaşamın Kaynağı Su

Merhaba planlı yaşamayı sevip planları her daim alt üst olanlar

Hayat iyi veya  kötü sürprizlerle doludur diyerek yola devam edenler
Ve  her şeye rağmen bırakmayanlar
Neyi mi bırakmayanlar?
Tuttuğu dalı, kurduğu hayali, ‘’bir gün’’e olan inancını vs vs vs…
Nasılsınız görüşmeyeli? Keyifler yerindedir umarım.
Beni soracak olursanız, eh işte yuvarlanıp gidiyoruzdan halliceyim.
Sömestr tatilimin yarısı bitmiş bile ve ben size bir yazı dahi yazamadığımı fark edince hemen işe koyuldum.
Ne yazacağımı da bilmiyorum aslında daha doğrusu bilmiyordum. Tam bu satırları yazarken susadım ve şişemi boş gördüm, gittim mutfaktan su doldurmaya ve ne diye sudan bahsetmeyeyim ki dedim. Bence olurdu ve oldu.
Ha bu arada mutfak demişken süt kaynattım ocakta :) Yoğurt yapacağım da bilin istedim bir sonraki postta görebilirsiniz belki diye :) Yalnız ilk kez yapıyorum , acemi şansım iyidir genellikle ama hani olur ya beceremem, yapamam, tutturamam falan o zaman bu satırları hiç okumamış gibi davranıp nerede senin yoğurt yazısı, fotoğrafı diye sakın sormayın, bu olay hiç yaşanmamış gibi hayatlarımıza devam edelim anlaştık mı? :))
Şimdi konumuza dönüyorum ve yaşamın kaynağı su diyorum.





Su,  dünyamızın da, vücudumuzun da büyük bir kısmını oluşturuyor.
¾ ü su olan bir yapı vücut.  Peki neden?  
Hücrelerimiz yaşamsal faaliyetleri gerçekleştirebilsin diye tabi ki. Toksinleri vücuttan uzaklaştırabilsin ve ısı regülasyonu sağlanabilsin diye o kadar su var vücudumuzda. Bunun içinde vücuttaki su dengesinin korunması çok mühim.
Ayrıca yeterli su tüketimi olan kişilerin, yeterli su tüketmeyen kişilere göre dış görünüşleri de ciddi şekilde iyileşir. Çünkü yeterli miktarda su, iyilik halinin işaretidir. Canlı ve güçlü saçlar, yumuşak ve sağlıklı bir cilt, parlak ve güçlü tırnaklar su dengesini koruyan kişilerin mükafatıdır. 

Yeterli su tüketmediğinizi nasıl anlayabilirsiniz?
Çok kolay. İstenen ve beklenen sağlıklı  idrar rengi berrak, beyaza en yakın olandır. Eğer idrar renginiz koyulaşmış ise 15-20 dakika içinde 1-2 bardak su tüketmeniz ve günün geri kalanında da su tüketiminize dikkat etmeniz gereklidir. 

Her sabah uyandığınızda ilk yapacağınız şey 1 bardak su içmek olmalı sevgili okurlar.

Unutkanlar için :)
Akşamdan bir bardak suyunu yanı başına koyabilirsin.
Evine, arabana, işyerine küçük notlar yapıştırabilirsin.
 Ve ne kadar içtiğinin farkında olmak adına sayabilirsin. Kaç bardak su içtiğini, şişeyle içiyorsan kaç şişe olduğunu saymak zamanla alışkanlığa dönüşecektir.

Dikkat!
%10 su kaybı vücut için tehlikeli sulara gelindiğinin işaretidir. Ölümle sonuçlanabilir.
Ama böyle söyledim diye gözünüzde korkmasın, vücuttan % 1 su kaybı olduğunda hipotalamusta susama merkezi uyarılır ve vücudunuz  size su içmeniz gerektiğini hatırlatır ;) E tabi siz de azıcık kulak vereceksiniz vücudunuzun size ilettiği mesajlara, öyle değil mi? :)
Bence böyle bir düşünceli mekanizmayı su içmeyerek veya su içmeyi erteleyerek heba etmeyin, üzmeyin bedeninizi :)


‘’Bol su iç’’ cümlesi bende travmatik anılar uyandırdığı için ben size bol su için demeyeceğim.
İçmelisiniz o ayrı ama bu cümleyi kurmayacağım size. Sadece gün içerisinde 8-10 bardak su içtiğinizden yani 1,5-2 litre su içtiğinizden emin olmanızı istiyorum ben sizden.

Ve mini öneri: Yemeklerden yarım saat önce 1 bardak su içerek açlık hissinizi bir miktar azaltabilirsiniz. Yemek esnasında su içmemenizi tavsiye ederim.

Su için genç kalın ;)

Mutlu günler, sevgiler...

10.1.15

Turuncu Lezzet: Tarhana

Merhaba tir tir titreyen sevgili okurlarım :)
Havalar buz bildiğiniz üzere.
O yüzden sizler kat kat giyinip, atkılarla berelerle sarıp sarmalanarak dışınızı ısıtın; ben de sizlere hepimizin içini ısıtacak bir yazı yazayım. Ne dersiniz? ;)
Bence harika bir anlaşma.
Neticede hiç birinizin hasta olmasını istemem ;)
Bizim evde evvelden beridir çok tüketilirdi de ben bu yıl iyice bir düştüm ona.
Neye mi?
İşte bunaaaa...

Tarhana



Tarhana o kadar harika bir besin ki sevgili okurlar.

İçerisinde yoğurt var bir kere.
Bu da bağırsak dostu probiyotikler demek bizler için.
Aynı zamanda tarhananın yapımı esnasında, yoğurt eklenmesi ile yoğurtta bulunan laktik asit bakterilerinin fermantasyonu sayesinde sağlık bozucu mikroorganizmaların oluşması da önlenmiş oluyor...
Yoğurt dışında buğday unu, domates, biber, soğan gibi bir çok besinin kurutulup toz hale getirilmesi sonucu oluşan bir besinin sizce faydası az olabilir mi? :)
Ben hiiiiç zannetmiyorum daa :)



Hastaya da, sağlıklıya da verilebilecek en güzel çorba olduğunu düşünüyorum ben tarhana çorbasının.
Aynı şekilde bebeklerden tutun da yaşlı bireylere kadar da öyle.
Neden mi?
Çünkü bebeklerin sindirim enzimleri yetersiz, yaşlı bireylerin ki ise yavaşlamıştır.
Tarhana onlar için verilebilecek çok güzel, besleyici ve sindirimi kolay bir besindir.

Pişirirken içerisine süt, kıyma, nohut gibi protein kaynakları eklenerek daha da zengin kılınabilecek bir besindir, aynı zamanda.
Özellikle bebek ve çocuklara verirken süt ile pişirebilirsiniz.
Hiç yağ koymadan da pişirebilirsiniz ancak ben onu yapamıyorum işte 1 tatlı kaşığı zeytinyağ ile pişiriyorum çorbamı her daim. ;)

Tarhananın matematiği ise şöyle

100 gram tarhana 12.2 gram protein, 56.4 gram karbonhidrat ve 4.4 gram yağ içermektedir.
Bunun yanı sıra da 1.9 gram posa, 685 mg kalsiyum , 1.8 mg demir içerir.

Ve bu soğuklarda bence için siz de benim gibi ;)
Afiyetler olsun, sağlıcakla kalın :)
Kocaman sevgiler benden... :)