28.1.16

Hamileyim! Şimdi Nasıl Beslenmeliyim?

Haziran, 2015
Yaz stajımı yaptığım aile sağlığı merkezinde doktorumun odasında oturuyorum.Odaya aniden, beden kütle indeksi sınıflamasında, kilolu üst sınırının sonlarında veya obez alt sınırının başında olduğunu tahmin ettiğim bir kadın panik halde girerek, ''benim adım okundu mu? sıram geçti mi?'' diye soruyor.Ben içimden kadının antropometrik ölçümleri, beslenme alışkanlıkları ile ilgili tahminlerde buluna durayım, doktorum da kadının ismini ve derdini öğrenmeye çalışıyor.Doktorun; sıranız geçmemiş dışarıda bekleyin, demesiyle konuşmalara geri dönüyorum ve kadının acilen gebelik testi yaptırmam gerek dediğini duyuyorum.
Boğaz ağrısı ve ateşi olduğunu ancak gebelik şüphesinin bulunduğunu ve hemen sonuç almak istediğini, eczanedeki testlere güvenmediğini, aynı zamanda kan aldırıp genel tahlil yaptırmak istediğini ve bütün bunların hepsini hemen o anda istediğini, eğer bekleyecekse ne kadar süresi olduğunu o esnada çocuğunu okula bırakıp gelmesi gerektiğini bize anlatması uzunca bir zaman alıyor. En sonunda çocuğunuzu okula bırakın sonra görüşelim konusunda anlaşıyorlar ve gidiyor.
15-20 dakika sonra tekrar geldiğinde aynı konuşmaları yeniden yaşıyoruz ve doktorum, aç geldiniz değil mi, diye soruyor ve duyduğum cevap beni adeta olduğum yerde donduruyor.
Bir şey yemedim ama bir kaç tane sigara içtim.
Hamilelik şüphesi olduğundan dolayı ilaç kullanma konusunda bu kadar hassas olan bir kadının, anne karnındaki bebeklerin, sigaranın rahim üzerindeki olumsuz etkilerinden dolayı yaşayabilecekleri sorunlar üzerine hiç bir fikri olmaması veya bunu umursamaması beni şok ediyor. 
Bu olayda en büyük sorun karnında yeni bir can oluşumu olma ihtimali olan bir kadının sigara içmesi gibi görünse de aslında ona eşdeğer bir sorun daha var. Anne adayının fazla kiloları. Çünkü bu, anne karnında geçireceği süreçte ve doğduktan sonra ilerleyen yaşlarında bebeğin sağlığını doğrudan etkileyen bir durum.

Maternal Obezite (annenin obez olması) nelere yol açabilir?


Yüksek doğum ağırlığı (>4000 gram)
Gestasyonel diyabet
Doğumsal defektler ( down sendromu, nöral tüp defekti, kardiyovasküler sorunlar)
Sezeryanla doğum, zor doğum
Çocukluk çağı obezitesi


Bu yüzden planlı gebeliklerin yapılması oldukça mühim bir konu. Gebeliğe karar verildiği andan itibaren doktor ve diyetisyen kontrolünde eşlere gerekli testlerin yapılması, beslenme alışkanlıklarının değerlendirilerek olumsuz olanların yerine olumlu alışkanlıkların getirilmesi, anne adayının ağırlığının değerlendirilip uygun ağırlıkta değilse uygun ağırlığa getirilmesi, baba adayınında beslenme alışkanlıkları düzenlenerek hem anne adayına destek olunması hemde sağlıklı sperm oluşumuna katkıda bulunulması, anne adayının depolarının yeterli dolulukta olup olmadığının değerlendirilmesi....gibi gibi bir çok nokta karşımıza çıkmalı. 

Dünyaya yeni bir can getirmeye niyetliyseniz bunu en iyi şekilde yapmak adına tüm bu noktaları birleştirerek, hiçbirini atlamadan bir yol çizmelisiniz kendinize.


Şimdi asıl anlatmak istediklerime başlamak istiyorum.

Eczaneden test aldınız çift çizgi çıktı veya kan tahlili yaptırdınız pozitif çıktı veya düşüp bayıldığınız için hastaneye kaldırıldınız ayıldığınızda tebrikler hamilesiniz denildi.
Hangi şekilde olursa olsun sonuç; tebrikler hamilesiniz :)
O an önce panikleyin. Evet, panikleyin. 
Bir an için panikleyin ama uzun sürmesine izin vermeyin. O kısacık bir zamanı panikleyerek geçirdikten sonra geriye kaç ayınız kaldıysa o süre boyunca ve bebeğinizi kucağınıza aldıktan sonra bir ömür paniklemek yerine doğru düşünmeyi alışkanlık haline getirmeniz gerekecek çünkü.



Her zaman söylüyorum, vücuduna ne kadar iyi bakarsan o kadar destek olur sana. 
Şimdi de aynı durum geçerli, vücudunda bir misafir var ve vücuduna misafirperverliği iyi bir şekilde öğrettiysen ne mutlu sana çok zorlanmayacaksın. Ama buna çok önem vermediysen artık önem vermen şart oldu.
Gebelik boyunca annenin uygun ağırlık kazanımını sağlamak, onu doğru besinlerle doğru biçimde beslemek ve en önemlisi rahat ve güvende olduğunu hissettirmek son derece önemli.
Konu o kadar uzun ve mühim ki nereden nasıl başlasam hiç bilemiyorum. Ortasından başlıyorum :)

BKI nasıl hesaplanır?


Vücut ağırlığını, boyunun karesine böldüğünde elde ettiğin sonuç BKI değeridir.
BKI= Vücut ağırlığı (kg) / Boy uzunluğunun karesi (m2)


BKI sınıflamasına göre yetişkin bir kadının gebelik süresince kaç kilo alması normaldir?


Gebelik öncesi ağırlığı normal olan (BKI değeri 18,5-24,9 aralığında olan) bireylerin 9-14 kg almaları normaldir.
Gebelik öncesi ağırlığı zayıf olan (BKI değeri <18,5 olan) bireylerin 13-16,5 kg almaları normaldir.
Gebelik öncesi ağırlığı şişman olan( BKI değeri 25-29,9 aralığında olan) 7,5-12,5 kg almaları normaldir.
Gebelik öncesi ağırlığı obez olan (BKI değeri >30 olan) 6-10 kg almaları normaldir.

Peki bu kazanılan ağırlık nereye gidiyor? Hepsi bebeğime mi gidiyor? Yoksa bana mı kalacak? O kiloları nasıl vereceğim? 
Sakin ol, güzel anne. 
Burası da panik yapman gereken bir nokta değil.
Kazandığın ağırlığın çoğunluğunu doğum esnasında zaten kaybedeceksin, geriye kalanını da bebeğini emzirirken, güzel bir beslenme planıyla vereceksin.


KARBONHİDRAT

Gebelikte karbonhidrat tüketimi, kompleks karbonhidratlar tercih edilerek yapılmalıdır.
Posa içeriği yüksek kompleks karbonhidratlar:
Sebze ve meyveler
Meyve suyu yerine meyvenin kendisi ve kabuklu yenilebilen meyveler kabuğuyla
Kurubaklagiller
Tam tahıllı ekmek ve tam tahıl ürünleri

Posa niçin önemli?
Tokluk hissi verir, yeme zamanını uzatır, bağırsak hareketlerini artırır.
Konstipasyonu (kabızlık) önler, insülini dengeler, mide boşalma hızını uzatır.

PROTEİN


Proteinler, büyüme için elzemdir. Gebelik ve emzirme için depolanır.
Uterus, plasenta ve meme glandları için gereklidir.

YAĞ


Fetal büyüme ve gelişmeyi düzenler.
Artan enerji gereksinimini karşılar ve anne sütünün yağ asidi örüntüsünü düzenler.
Omega-3 yağ asitleri beyin ve diğer dokularda depolanarak bilişsel ve görsel işlevlerin oluşumunda rol oynar.


NELER YAPMALIYIM?


Öğün atlamamalı ve uzun süre aç kalmamalısın.
Aşırı vücut ağırlığı ve yağ kazanımını önlemek adına, yağlı, unlu, şekerli gıdalardan mümkün olduğunca uzak durmalısın.
Organ etleri, sucuk, sosis, salam tüketiminden kaçınmalısın.
Rafine ürünler yerine tam tahıllı ürünler tercih etmelisin.
Besinlerin az tuzlu olmalı ve sofrada tuz kullanmamalısın.
Sebze-meyveler, kurubaklagil ve tahıllar pestisit riskinden dolayı iyice yıkanmış olmalı.
Pestisit nedir diye sorarsan; pestisit, gıdaları zararlılardan korumak adına uygulanan bir kimyasaldır. Bu yüzden besinlerini iyice yıkaman çok önemli.
Kahve çay tüketimi azaltılmalı ve tüketilecekse yemeklerden 45 dakika sonra tüketilmelidir.

Gebelikte kafein alımı günde 200 mg'ın altında olmalıdır.
1 fincan türk kahvesi yaklaşık 60 mg kafein içerir.
1 bardak çay ortalama 30-35 mg kafein içerir.
1 kutu ice-tea (330 ml) 70 mg kafein içerir.
1 fincan filtre kahvede 150-200 mg aralığında kafein bulunur.

Her öğünde 4 temel besin grubundan tüketmeli ve tabak modelini her ana öğününde gerçekleştirmeye çalışmalısın. Modelde bulunan meyveyi ara öğünlerinde tüketebilirsin.


Haftada 2 porsiyon balık tüketmelisin.
Araştırmalar, gebelik döneminde yüksek civa barındıran balıkları tüketmenin, fetüsün beyin ve sinir sistemi gelişimini olumsuz yönde etkilediğini ortaya koymaktadır. Bu sebeple köpek balığı, kılıç balığı, kral uskumru ve bir çeşit levrek olan tilefish tüketmemen gerekli.

Gebelikte kalsiyum gereksinimi artacağından tüketeceğin süt ve süt ürünleri miktarını da artırmalısın. (3-4 porsiyon/gün)
Protein ihtiyacın artacağı için et ve et ürünleri, yumurta, peynir, kurubaklagil gibi besinlerde de porsiyonlarını artırmalısın. (4-5 porsiyon/gün)

Kızartma, kavurma yerine haşlama, fırınlama gibi pişirme yöntemlerini kullanmalısın.
Yeterli miktarda sıvı tüketmelisin. (2-3 litre/gün)
Alkol ve sigara hayatında bulunmamalı.


Ve en önemlisi tadını çıkarıp bol bol gülerek, seni yoracak minik için enerji toplamalısın :)
Sevgiyle kal.

23.1.16

Migren ve Beslenme

Merhaba güzel okuyucum,
Bugün, ülkemizde 18-65 yaş grubu içerisinde her 6 kişiden 1 tanesinde görülen bir rahatsızlıktan bahsedeceğim. Bu rahatsızlık kadınlarda erkeklerden 3 kat daha fazla görülüyor.
Bu rahatsızlık en fazla iş gücü kaybına yol açan baş ağrısı rahatsızlığı olarak da biliniyor.
Ülkemizde 2008 yılında 21 ilde 5323 kişi üzerinde yapılan bir çalışmada görülmüş ki; ayda 4 ve daha fazla atak geçiren hastaların oranı %50'yi geçmekte. Ve bu çalışmayla, atakların 35 saate kadar sürdüğü saptanmış.
Bu durumda konumuz ciddi, anlayacağınız.

Migren


Migren, binlerce yıldır bilinen bir hastalık. M.S. ikinci yüzyılda Yunanca'da yarım baş ağrısı anlamına gelen ''hemicrania'' kelimesinden türetilmiştir.
Beyin damarlarında geçici genişleme sonucu oluşan uzun süreli ve tekrarlayıcı baş ağrısıdır. Baş ağrıları ataklar şeklinde gelir, baş ağrısı atakları arasında, hasta tamamen normaldir, yakınması yoktur.
Ülkemizde, çalışan migren hastalarının, ayda 3 kez işe gidemediği, izin alamayanların ise analjezik kullanımı ile düşük verimde çalıştığı yapılan araştırmaların sonucu.


Derseniz ki, tamam migren diye bir hastalık var, tamam ciddi bir sorun ama bunun seninle ne alakası var?
 Var, sevgili okuyucum.
 Migren hastaları, beslenmelerine dikkat ettiği takdirde ataklarının azaldığı gibi bir gerçek var çünkü. Migren ağrılarının oluşumunun önlenmesinde beslenme tedavisi önemli bir nokta. Ancak genel olarak migren ataklarını tetikleyen veya önleyen besinler olsa da bireyden bireye değişen farklılıklar da olabilir. Bu nedenledir ki kişiler besinleri elimine ederek atağı tetikleyen besini veya besinleri bulmalıdır.




Migreni neler tetikler?

Stres       
Sigara
Açlık
Uykusuzluk
Aşırı fiziksel yorgunluk
Hormonal değişiklikler
 (östrojen düzeyinin artması migren atağını uyarır, adet döneminde ve gebeliğin özellikle ilk aylarında ataklar sıklaşır ve şiddetlenir; gebelik sonrası dönemde ve menopozda azalabilir.)
Çevresel faktörler
(Isı, ışık, gürültü, koku, sıcak, soğuk)
Mevsimsel değişiklikler
Havasız ortamlar


Migren Hastaları Dikkatli Olmalı!

Migren hastalarının, sigara ve alkol tüketimlerini kısıtlamaları, özellikle de kırmızı şaraptan uzak durmaları gerekiyor.
Çikolata ve eski peynir, migren atağını tetikler. Çünkü bu besinler ile alınan feniletilamin, vazospazmı (damar kasılması) tetiklemektedir.
Migren hastaları basit şeker, çikolata, kakao gibi bileşiminde kafein bulunan yiyecekleri tüketmekten de kaçınmalıdır. Çay, kahve ve kolalı içecekler
Migren hastalarının, doğum kontrol hapı kullanımlarını kısıtlamaları ve bazı durumlarda aspartam içeren yiyeceklerden uzak durmaları da gerekiyor.
Aşırı tuzlu yiyecekler, konserveler, turşular da migreni tetikleyebilen besinlerden.

     Bütün bunlara dikkat ettikleri halde iyileşemeyen migren hastalarının, tüketimini kısıtlamaları gereken yiyecekler ise şöyle sıralanıyor:

Çikolata, maya türevleri, maya ürünleri, karaciğer, salam, sosis, bakla,
salamura ringa balığı ve peynir gibi bileşiminde tiramin bulunan yiyecekler.


Tiramin:  Bazı besinlerde doğal olarak bulunan bir maddedir. Uzun süre bekleyen besinlerde proteinin yıkılması ile oluşur. Proteinli besinler ne kadar uzun süre bekletilirlerse tiramin içerikleri bir o kadar yükselir. Tiramin içeriği yüksek besinlerin başında peynirler, fıçı bira, soya sosu, bayatlamış tavuk eti, lahana turşusu gelir. 

Peynir, salam, sosis, tuzlama ve lahana gibi içinde histamin bulunan
 yiyecekler.
Histamin: Besin alerjilerinin migreni tetiklediği bilinmekte. Besin alerjisi olan kişilerin daha fazla serotonin ve histamin salgılamaları sonucu migren atakları da etkilenmektedir.

Portakal ve muz
 gibi içinde migreni azdırabilecek doğal kimyasallar bulunan yiyecekler.

İçeriğinde tartrazin (E102), benzoat (E210-219) ve mono sodyum glutamat (E621) gibi katkı maddeleri bulunan yiyecekler.
Buğday
Süt  
       

Migren Hastalarına Dost Besinler
Sebze çorbası
Sebze püresi
Kereviz
Haşlanmış yumurta
Armut
Elma
Kivi
Papatya çayı
Melisa çayı


Migren Hastaları Nelere Dikkat Etmeli?
Kan şekerinin düşüş gösterdiği durumlarda baş ağrısı artar. Bu nedenle migren hastalarının öğün atlamamaya özen göstermesi gerekir.

Günde 2-2,5 litre sıvı alınmalı ve 30 dakikalık yürüyüşler yapılmalıdır.
 Migren hastaları günde ortalama 7-8 saat uyumalıdır.
Kafein, baş ağrılarında iki türlü etki gösterir. Aşırı tüketimi, ağrıyı tetikler. Sınırlandırılması ise ağrıyı azaltıcı etki sağlar. O yüzden günlük kafein tüketimi azaltılmalıdır. Ağrının başlayacağını hissedildiği anda ısırgan otu, ıhlamur, melisa çayı gibi rahatlatıcı çaylar tercih edilmelidir.
Trombositlere karşı güçlü etkileri olan besin bütünleyicilerin başında B6, C ve E vitaminleri, temel yağ asitleri (keten tohumu yağı, balık yağı ) ve zencefil gibi bazı besin maddeleri gelir, bunlar tüketilebilir.

Tabi ki her migren hastasında yukarıda yazan besinler ağrıyı tetikleyecek diye bir durum söz konusu değil. O yüzden migren rahatsızlığınız varsa mutlaka bir uzman eşliğinde beslenmenizi ve tedavinizi şekillendirmelisiniz.
Sağlıkla kalın...

19.1.16

Doğru Diyet Nasıl Yapılır?

Büyük küçük, kadın erkek, zengin fakir… demeden herkesin ortak sorunu hiç şüphesiz ki fazla kilolar.Biliyoruz, merak ediyorsunuz; kimi dinlesek, hangi birini yapsak söylenenlerin. 
Haklı mısınız? Evet, kesinlikle haklısınız.
 Diyetisyen olmadığı halde diyetisyenliğe özenen, kendince bir diyet uygulayıp bir ayda verdiği on kilo (ki bunun sağlıksız bir kilo kaybı olduğunu bilmeyen) sayesinde bu işin uzmanı kesilen, kişiye özel hazırlanmış bir diyeti paylaşımcı ruhuyla konusuna komşusuna dağıtan insanlarımız oldukça bu ortak sorun hiçbir zaman tam manasıyla çözülemeyecektir. 

Bunun için bugün burada, bir elimizde makas bir elimizde kurdelemiz ile sağlıklı bir diyet programının kapılarını Fitonya-Dietos ortaklığında sizler için açıyoruz, açıyoruz, açççtttıııkkkk.Buyurun bakalım içeride neler varmış.

Şüphesiz ki arama motorlarının en çok arananları arasında ‘’diyet’’ kelimesi var. ‘’Diyet’’ yazıp arattığınızda 0,34 saniye içerisinde 5.860.000 tane sonuç karşınıza geliyor. İnanmayan bakabilir. :)
‘’Diyet’’ denilince çoğumuzun aklına ‘’kısıtlanmak, aç kalmak, yasaklar, zor zamanlar’’ gibi olumsuz kavramlar geliyor değil mi?

Peki aslında diyet nedir ve nasıl yapılmalıdır?
En basit tanımıyla diyet yapmak, bireyin sağlıklı bir şekilde yaşam tarzında değişikliğe gitmesidir.
Bu durumda aklımıza ikinci bir soru geliyor. Sizin yaşam tarzınız ile en yakın arkadaşınızın, annenizin, kardeşinizin veyahut şu çok meşhur komşunuzun oğlunun yaşam tarzı bir midir?
Cevap, tabi ki bir değil olacaktır. O halde herkes için tek bir diyet var mıdır ve bunu uygulamak ne kadar doğrudur?
Fazla düşünülecek bir soru değil aslında, cevabı net; DİYET BİREYE ÖZGÜDÜR.
Çünkü her bireyin metabolizması, günlük aktivite düzeyi, vücudunun tükettiği besinlere karşı olan toleransı farklıdır.
İşte bizler bu noktada devreye giriyor, gündemi oldukça meşgul eden popüler diyetlerden farklı olarak bilimsel veriler ışığında ‘’her diyet herkese uymaz’’ diyoruz. 
Ancak son dönemlerde her kafadan farklı bir ses çıkıyor bu konuda. Televizyonu açıyoruz, beslenme uzmanlığıyla uzaktan yakından ilgisi olmayan kişiler beslenmeyi anlatıyor; kitapçıya gidiyoruz, herhangi bir bilimsel kanıta dayanmayan bilgiler kitap haline getirilmiş rafları süslüyor; interneti açıyoruz, her sayfada sözde mucize bir diyetin reklamı karşımıza çıkıyor. 
Üzgünüz, size bir ayda on kilo verdirecek bunu yaparken de sağlığınızı bozmayacak mucizevi tek bir diyet veya besin yok!
Biz piyasada bu şekilde yer almış diyetleri, ‘’kaş yapayım derken göz çıkaran diyetler’’ olarak tanımlıyoruz. Gelin, hep birlikte son dönemlerde popüler diyet olarak tabir edilen birkaç diyeti irdeleyelim.


Alkali Diyet Nedir?
Kısaca anlatmak gerekirse et, süt, şeker, kafein, alkol, yapay ve işlenmiş yiyeceklerden kaçınarak daha fazla taze sebze-meyve ve kuru yemiş tüketimi ile vücudun pH seviyesini dengede tutmayı amaçlayan bir diyettir.

Vücudumuzdaki hücrelerin çalışması nötr ortamlarda olur. Ancak vücudumuz bu sıvıların nötr ortamda tutulması için hiçbir şeyden etkilenmeyen bir denetim mekanizmasını zaten bulundurur.
Diyetinizde çok fazla asit veya baz oluşturan yiyecek bulunsa dahi kanın asit veya alkaliye dönüşme durumu söz konusu bile olamaz. Çünkü bu tıbbi bir kuraldır.
Alkali diyetin dayanağı olabilecek ve uzun süre uygulanmasını destekleyecek hiçbir bilimsel veri ve çalışma yoktur.
Alkali diyetin uzun süre kullanımı özellikle demir, çinko ve kalsiyum eksikliğine sebep olmaktadır.
Demir eksikliğine bağlı aneminin; çinko eksikliğine bağlı cilt, deri ve saçlarda sağlık sorunlarının; kalsiyum eksikliğine bağlı kalp rahatsızlıklarının, diş ve kemik problemlerinin ortaya çıkmasını kaçınılmaz kılar. 
Peki bununla bitiyor mu, hayır. Bu diyet B12 vitamini aldığımız eti, B vitaminlerinin çoğunu aldığımız, özellikle milletimizin ana besini olan, ekmek ve tahıl grubunu da sofralarımızdan kaldırmamızı söylüyor. Ve bunun sonucunda da B12 yetersizliğine bağlı unutkanlık, alzheimer gibi farklı sağlık problemleri ortaya çıkıyor.


Şimdi gelelim meşhur Dukan Diyetine...
Bu diyet o kadar meşhur oldu ki aynı mantığa dayanan sadece isimleri farklı birçok diyet var. Atkins ve Alan diyetleri bunlardan sadece iki tanesi.
Peki bu diyetlerin mantığı ne?
Hepsi de düşük karbonhidrat ve yüksek protein tüketimiyle insanlara zayıflamayı vaat ediyor.
Millet olarak hatta biraz daha genişletirsek insanlık olarak maalesef hızlı kilo vermeye fazlasıyla meraklıyız. 
Ancak bu diyetler uzun süreli yapıldıklarında metabolizmada ters etki yaratıyor ve vücut her şeyi depolamaya başladığı için tekrar kilo almaya da başlıyor.
Keşke sadece bu kadarla kalsaydı. Bu diyetleri uygulayan kişiler zihinsel, ruhsal ve bedensel sağlıklarını tehlikeye atıyorlar, kalplerinin ve böbreklerinin mahvolmasına sebep olarak, ölümlerine kadar gidebilecek, sonuçlarını bilmedikleri bu diyetleri zayıf görünebilmek uğruna kulaktan dolma bilgilerle bilinçsizce uyguluyorlar.

Neden işe yarıyor?
Yüksek protein, metabolizmanın daha hızlı çalışmasına neden olur. Glikojen depoları bittiğinde vücut, kan şekeri dengesini sağlamak için doku yıkımı başlatır, protein ve yağlar enerji için kullanılmaya başlanır. Diyette karbonhidrat sınırlandırılıp, protein artırıldığı zaman ise direk doku kaybı başlar ve yağ kaybı çok çok azdır. 
Oysaki sağlıklı olarak kilo verirken temelde istenen, verilen kiloların yağdan verilmesidir. İşte size bu diyetlerin sağlık ve beslenme bilimiyle ters düştüğü bir nokta daha.
Bu diyetlerin risklerini ise şöyle sıralayabiliriz: Kalsiyum ve sodyum atımının artışına bağlı sıvı-elektrolit dengesi bozuklukları, yine kalsiyum atımının artışı ile osteoporoz riski, kalp sorunları, bilinç bozukluğu, bulantı, uykusuzluk, yorgunluk, güçsüzlük…
Aynı zamanda bu diyetler yüksek et, düşük sebze-meyve içerdikleri için uzun sürede kemik kaybı sebebidirler.



Şimdi tüm bu diyetleri unutun. Size bilimsel veriler ışığında sağlıklı bir diyetin nasıl olması gerektiğini basit birkaç cümleyle açıklayalım.
Sağlıklı beslenme, kişinin yaşına, cinsiyetine, fiziksel aktivite durumuna ve tabi ki metabolizmasına uygun enerjiyi sağlayacak, %50-60 karbonhidrat, %12-15 protein, %30 yağ içeriğine sahip, vücut için elzem vitamin ve mineralleri içerisinde bulundurandır. Sağlıklı beslenmede besin çeşitliliği esastır. Çünkü her besin kendi özel içeriğine sahiptir. Tek bir çeşit besin tüketerek vücut için gerekli olan tüm besin öğelerini almamız mümkün değildir.
Tüm bu bilgiler doğrultusunda popüler diyetleri incelediğimizde, başta uyulması gereken kurallarla aslında olması gerekenlerin en başından çeliştiğini açık bir şekilde görüyoruz.
Bu diyetlerin başlıca hataları karbonhidrat, protein ve yağ içeriklerini, tek bir besin öğesini esas alarak olmaması gereken şekilde değiştirmeleri. Yani bu diyetler ilk cümleden kaybediyorlar.
Burada sorulması gereken soru ise şu: Siz hangi tarafta olmak istiyorsunuz, kaybeden tarafta mı yoksa sağlığın ve bilimin tarafında mı? Karar sizin… :)

Stj. Dyt. İzan IŞIK - Stj. Dyt. Anıl ÖZTÜRK 

11.1.16

Baharatları Ne Kadar Tanıyorsun?

Tatile girdiği için evde canı sıkılanlar,
Çok çalışmaktan bunalıp, keşke sıkılacak vaktim olsa diye sızlananlar,
Hayatında bir şeylerin eksikliğini hissedenler,
Pek tadım tuzum yok bugünlerde diyenler,
Hepinize merhaba :)
Bugünkü yazımız hayatınıza biraz tat, biraz renk ve bolca baharat katmak üzere yazıldı.
Kimimiz mutfağımızın bir çekmecesini tamamen onlara tahsis ederiz.
Kimimiz ise buzdolabında saklar, bir rafı onlara veririz.
Genellikle yemeklerimize lezzet katsın diye koyduğumuz baharatların vücudumuz üzerine etkilerini biliyor muyuz peki?
Bilmeyenleri çok kısa bekletip
Bilenler için şunu söylemek istiyorum;
Belki hiç bilmediğin bir yanını keşfedeceksin, yemeklerden sonra ağzına attığın
 o bir parça karanfilin :)
Haydi o zaman bilmeyenler önden, bilenler arkadan gelecek şekilde sırayla aşağı doğru ilerleyelim :)




Biz biliyoruz ki meyve ve sebzeler antioksidan özelliklerinden dolayı kronik hastalık ve kanser gelişimini önlemeye yardımcıdır.
Yapılan çalışmalar göstermiş ki evlerimizde kullandığımız bu rengarenk baharatlarda antioksidan etkiye sahip.

Yarım çay kaşığı karanfil, yarım fincan yaban mersininden daha fazla antioksidan özellik gösteriyor.
Antioksidan özelliğe en çok sahip olan baharatlar ise: nane, ada çayı, melisa, karanfil ve tarçın.





Kırmızı Biber: Kırmızı bibere acılık veren içerisinde bulunan capsaicin maddesidir ve bu madde metabolizmayı hızlandırarak kilo kaybına yardımcı olur. Grip ve soğuk algınlığı semptomlarını azaltmak içinde yardımcı bir baharattır. İngiltere'de yapılmış olan çalışmalar sonucunda kırmızı biberin kanser hücreleri üzerinde de olumlu etkiye sahip olduğunu söylemek mümkün. 
 Aynı zamanda kırmızı biber afrodizyak etkiye sahiptir. Kan dolaşımını hızlandırarak cinsel performansı olumlu etkiler.

Dietos Öneriyor: Özellikle hipotirodi hastaları yemeklerinde kırmızı biber kullanabilirler. Tiroit bezlerinin uyarılması sonucu metabolizmaları hızlanacak ve kilo vermeleri kolaylaşacaktır.

Kimyon: 
Gaz ve hazımsızlık şikayetlerini azaltır.

Karabiber: 
Ateş düşürücü, spazm giderici, antioksidan ve diüretik olma özelliklerini taşıyan karabiber aynı zamanda afrodizyak etkiye de sahiptir.

Kişniş: Antimikrobiyal etkiye sahip olan kişniş, cinsel isteği artıran baharatlardan birisi. Hatta afrodizyak etkisi nedeniyle orta çağda aşk iksirlerine konulmaktaymış.

Zerdeçal: Karaciğere detoksifikasyon (toksinlerden arınma) konusunda yardımcı olan zerdeçal, beyin sağlığı içinde olumlu etkilere sahiptir.

Zencefil:  Vücutta adrenalin salgısını artırarak enerjinin yükselmesini sağlar. Çinko içeriğiyle de cinsel sağlığı destekler.






Biberiye: Kalp sağlığımızı korumaya yardımcı ve antimikrobiyal etkiye sahiptir.

Kekik: Antiseptik ve tonik özellikleri sayesinde bağışıklık sistemimizi destekler. Özellikle bronşit ve akciğer zarı iltihabı gibi hastalıklara karşı etkilidir.

Nane: Nane bitkisinin uçucu yağı çok değerli olup, spazm ve gaz giderici, serinletici, uyarıcı ve antioksidan etkilere sahiptir.

Karanfil: Özellikle yemek sonrası ağız kokusunu gidermek için kullanılan karanfil, seks hormonları üzerinde de etkilidir. Aynı zamanda içerisindeki eugenol maddesinin etkisiyle hafif şiddetteki diş ve diş eti ağrılarına da lokal uyuşturucu etki yapar ve antibakteriyel özelliğe sahiptir.

Vanilya:  Mide ve sinir sistemi üzerinde uyarıcı etkisi bulunan bu baharat, sinir bozukluğunu giderir ve ruh dinlendirici özelliğe sahiptir. Aynı zamanda tahmin edeceğin üzere vanilya, kokusu ve cazibesiyle afrodizyak özelliğe sahip baharatlardan bir tanesidir.

Tarçın: Özellikle insülin hormonu üzerine olan etkisi ile kan şekerinin düzenlenmesini sağlar.
Aynı zamanda tarçın kokusu afrodizyak etkisiyle seks hormonlarının düzenlenmesine yardımcı olur.

Dietos Öneriyor: Eğer şeker hastası iseniz (aynı zamanda tansiyon probleminiz yoksa) ve kan şekeriniz yüksek seyrediyorsa 1 adet kabuk tarçın ile hazırlayabileceğiniz çayı günde 1-2 fincan tüketebilirsiniz.



Bütün bunların yanı sıra yemeklere baharat eklemek tuz alımını azaltmanın yollarından bir tanesidir.
Amerikan Baharat Tüccarları Birliği (ASTA) ne göre karabiber, sarımsak tozu, köri, kimyon, zencefil, kişniş gibi baharatlar ve fesleğen, dereotu gibi kurutulmuş otlar yemeklerde tuz yerine kullanılarak, tuzun getirdiği lezzeti sağlamak için birebir.

Şimdi, vücudunda yarattığı etkileri öğrendiğine göre baharatların hakkında daha bilinçlisin.
Sana bol çeşnili günler dilerim.
Sevgiyle...


6.1.16

Bir Yaratılış Harikası: Kumkuat

Hepinize merhaba,
Gaziantep'e yağan kar yüzünden sınavım ertelense de, karda valiz taşımak hayli zor olsa ve uçağım da iptal olur mu acaba diye düşünerek stresli bir gün geçirsem de nihayetinde işte geldim buradayım.
Gelir gelmez de size yazıyorum çünkü bazılarınızın duyduğu ancak bir kısmınızın ilk kez duyacağı bir meyve karşıladı bugün beni mutfakta.
Aslında nicedir tanıştırmak istiyordum kendisiyle sizi ama kısmet bugüneymiş.
Dünyada turunçgiller arasında kabuğuyla yenilen tek meyve o.
Evet evet doğru duydunuz, kabuğu vitamininde denilen ama ciddi ciddi kabuklu yenilen meyve olur kendisi :)

Ne mi o?
Kumkuat veya kamkat.
Bir diğer ismi süs mandalinası.
 Bir diğer ismi altın portakal çünkü kumkuat, Çince de altın portakal manasına geliyormuş.
Çin de nereden çıktı, diye soranlara şöyle anlatmaya çalışayım.
 İskoçyalı bir bahçe uzmanı olan Robert Fortune, 1800lü yıllarda Çin'de yaşayarak burada yetişen ilginç bitkileri incelemiş. İngiltere'ye dönerken de yanında götürmüş topladığı bitkileri. Tahmin edeceğiniz üzere kumkuatta bunlardan bir tanesiymiş. Batı dünyasını kumkuatla tanıştırdığı için kumkuatın bilimsel ismi Fortunella Margarita olmuş, Robert'ın soyadına ithafen. Şimdilerde ise bu Fortunella Margarita, bizlerin balkonlarını veya salonlarını süslemekte. Çünkü hem bir saksıda yetişecek kadar nazik hem de evinize renk katacak kadar güzel bir görüntüye sahip.



Kumkuat, dünyada Çin, Japonya, Amerika'da yaygın olarak; Porto Riko, Guatemala, Kolombiya, Brezilya'da daha az; Güney Hindistan'da ise yalnızca deniz seviyesinden yüksek yerlerde yetişiyormuş. Ülkemizde çeşitli yerlerde yetiştirilmeye çalışılsa da en iyi meyve oluşumu Rize'de sağlanmış ve zaten bundan 50-60 yıl önce Batum'dan ülkemize girmiş.

Neye yarar bu kumkuat?

Kumkuatın besin değerine baktığımda C vitamini açısından zengin olduğunu söyleyebilirim. Bu sayede gribal enfeksiyonlara karşı koruyucu özelliği bulunmakta.
A vitamini; B1,B2 ve B3 vitaminlerini de bünyesinde barındırdığı için sinir sisteminin düzenli çalışmasına da yardımcı olmakta.

Kumkuat Besin Değeri

100 gram kumkuat meyvesi 71 kkal enerji, 1.88 gram protein, 6,6 gram lif, 47.9 gram C vitamini içermektedir. Kalsiyum, potasyum ve magnezyum açısından da zengindir. (USDA, 2014)



Kumkuat nasıl tüketilir ve nerelerde kullanılır?

Taze meyve olarak -ki bence en güzeli- meyvesinin büyüklüğüne bağlı 8-10 tanesini bir porsiyon meyve yerine tüketebilirsiniz.
Marmelatını veya reçelini yapabilirsiniz. Ancak bir küçük bilgi, reçel yaparken içini çıkarıp sadece kabuğunu kullanırsanız daha lezzetli olur aksi takdirde biraz ekşimsi bir reçel elde etmiş olursunuz.
Kek, pasta, likör, şarap ve şekerleme yapımında da kullanılmaktadır.
Dünya restaurantlarında tatlı ve salatalarda kullanılan kumkuat özellikle Çin restaurantlarında yemeğin sonunda yenilen bir tatlı çeşidi olarak tüketilmektedir.
Alkollü içki masalarının ise gözde mezelerinden bir tanesidir.
Kumkuatın kabuğundan elde edilen uçucu yağ ve biyoaktif bileşenler parfümeri, eczacılık ve gıda endüstrisinde kullanılmaktadır.
Kumkuatla ilgili bir ilginç bilgi daha, zeytin büyüklüğünde diye tabir edilen meyvelerini koparmadığınız sürece bir yıla kadar aynı lezzetle ağacında kalabiliyormuş.



Ne kadar çok bilmediğimiz yaratılış harikası besin var yaşadığımız dünyada.
 Böyle anlarda düşündüğüm tek şey ise, sanırım ömrüm boyunca yorulmadan sıkılmadan bu besinlerin peşinde koşacağım...Büyük bir mutlulukla...
Sevgiyle kalın, tupturuncu bakın bugün hayata.