12.2.15

Duygusal Doyum&Duygusal Doyumsuzluk

Beslenmek fiziksel bir ihtiyaçtır.
Ancak biz bunu zaman zaman unutup duygularımızın beslenmemizi yönetmesine izin veririz.
Kimimiz çok mutlu olunca mutluluğunu yiyeceklerle paylaşır
Kimimiz ise üzüntü ve öfkesini unutmak için yiyeceklere sarılır.
Peki geçmişimiz de beslenmemizi etkileyebilir mi?
Neden olmasın.
Herkesin kırgınlıkları, öfkeleri, yaşanmışlıkları ve yaşanamamışlıkları var ve bazılarımız bunları başka şekillerde aşarken bazılarımız ise unutmak, yok saymak, bizi etkilemediğini ispatlamak için yiyeceklerin arkasına saklanabiliyor.
Yemek yeme davranışı bize kendimizi özgür hissettirdiği için yiyoruz.
Bu konuda bize kimsenin karışamayacağını ispat etmek için yiyoruz.
Kendimizden nefret etmek için yiyoruz.
Kendimizi cezalandırmak için yiyoruz.
Mutlu olduğumuzu göstermek, mutsuzluğumuzu unutmak için yiyoruz.

Yiyoruz, yiyoruz, yiyoruz...
Peki nereye kadar sürecek bu böyle?
Hayatta karşımıza bir çok fırsat çıkabilir ancak yaşamak için verilen tek şansımızı bu şekilde kullanarak iyi mi yapıyoruz acaba?
Alt satırlarda cevabını bulacağız sanırım.

Size altta fotoğrafını göreceğiniz bir kitaptan bahsedeceğim bugün
Orada yazar, bu durumu şöyle özetlemiş.

''Yeterince anlayış, sevgi ve takdir görmüyorsak kendimizi durumun gereklerine göre ayarlarız. Beklentilerimizi düşürürüz. İhtiyacımız olan şeyleri artık istemeyiz. Acıyan yerlerimizi artık göstermeyiz, teskin edilmemiz gerekirken bundan vazgeçeriz. İnsanların bizi görmek isteyeceği beklentisine son veririz. Ve ayakta kalmak konusunda, avuntu da ve sevinçte kendimize, yalnızca kendimize dayanmaya başlarız. Yemeye başlarız ve yedikçe yeriz.''





Geneen Roth, zorlantılı yemek yeme davranışına sahip olmuş ve neredeyse 20 yıldır bundan nasıl kurtulmak gerektiği konusunda atölyeler yöneten bir yazar.
Kişilerin aralamaya zorladığı perdelerin arkasına geçmesine, geçmişin karanlık odalarından çıkıp şu ana gelmelerine yardımcı olan bir kadın.

Sevginin Yerini Yemek Alınca ise kitabın giriş kısmında Geneen tarafından şu şekilde anlatılmış. ''Bu kitap insanların kendilerini niçin yemeğe verdikleri sorununun özüne iniyor. Çocukken aldığımız mesajları, onları nasıl kendimizden nefret etmeye dönüştürdüğümüzü ve bu acıyı gerek öbür insanlara gerek kendi çocuklarımıza nasıl yansıttığımızı araştırıyor. Kendimizi geçmiş acıların kurbanı olarak hissetmektense şimdi, şu an değişmek için sorumluluk almanın önemini vurguluyor.''
Ve ekliyor '' Zorlantılı davranışları tedavi etmek yetmiyor. Bir sonraki adım, kendimizle ve başkalarıyla derin ilişkiler kurmak, yüreklerimizi sevgiye açmak. İşte bu kitap o adımı atmak hakkında.''

Ben bu kitabı okurken gerçekten insan psikolojisinin hiç umulmadık durumlarda umulmadık şeyler yapmaya açık olduğunu bir kez daha anladım. Başkaları bizi sevmiyorsa seçebileceğimiz iki seçenek vardır. Birincisi kendimizi daha çok sevmek (Bencillik sınırına ulaşabilir.) ikincisi ise kendimizden nefret etmek. İki durumda sonuç olarak aynı kapıya yani zorlantılı yemek yeme davranışına açılan birer hol gibi.
Kendimize bunu yapmamızın sebebini de Roth, şöyle açıklamış.
''Tam olarak neyi istiyorsak ona sahip olmak için kendimize izin veriyoruz. Yaşamlarımızın geri kalanına gelince, sürekli olarak kısıtlanmış duygular diyetindeyiz.''

Kısıtlanmış duygular diyeti...
Gerçekten de ne kadar doğru.
Mutluysan kahkaha atma, sevinçliysen kar topu oynama ki hayatta kalasın, hamileysen sokağa çıkma gibi gibi dayatmalar altındayız mesela ülkemde.
Duygularımızı kısıtlamak için çevreden gelen bir baskı bulutunun altında yaşıyoruz.
En basitinden kız çocuğusun sen hanım hanım otur, oğlan çocuğusun sen vur, kır, parçala evladım zihniyetiyle yetiştiriliyor nice çocuklarımız.
Yeme davranış bozukluklarının daha çok kadınlarda görülmesinin sebeplerinden bir tanesi işte size.
Özgür bırakılmadıkça, çevremizdekiler her daim bizden bir beklenti içinde olduklarında ve biz bunlara katlanamaz hale geldiğimizde tepki olarak bunu yapabiliyoruz.
Ancak içimizde bir güç var, buna hayır diyebilecek bir güç.
İnansan da inanmasan da, sen değerlisin.
Ben değerliyim.
Kendinize bunu her an hatırlatın...

''Çocukken bizden anne babalarımız sorumluydular. Ama yetişkinler olarak kimsenin bizimle ilgili sorumluluğu yok. Onların daha en başta yanımızda olmamaların bir telafisi yok. Ne bir sevgili, ne bir can ciğer arkadaş, ne bir terapist, ne bir destek grubu, kimse.
Yalnızca kendiniz. Size koşulsuz sevgi, güven duygusu ve kesintisiz ilgi gösterebilecek tek kişi sizsiniz. Yalnızca siz
.''
Diyor Geneen Roth ve ben buna sonuna kadar katılıyorum.

Gelelim şu geçmiş konusuna.
Geçmişimiz bizim çoğu şeyimiz. Ancak şimdimiz değil sevgili okur.
Geçmişe takılı kaldığımız, orada yaşamayı sürdürdüğümüz müddetçe bir yarınımız olamayacak. O yüzden geçmişi sindirip önümüze bakmalıyız.


Geneen Roth ise üzerinde düşünmeye değer bir noktaya parmak basarak şu şekilde bir yol göstermiş kitabında.

''Arkamıza bakmadan önümüze bakamayız.
Geçmişteki acıları iyileştirmeyi istemeden bize iyi gelen bir ilişki yaşayamayız.
İyileşmek için önce bunun mümkün olduğuna inanmalıyız.İyileşme isteğimiz öfke, üzüntü ve acı gibi duygulardan duyduğumuz korkudan daha şiddetli olmalı. Her şeyden ve herkesten çok iyileşmeyi istemeliyiz.
.....
Yaşamınızın niteliğini yaralarınız değil, o yaralarla ne yaptığınız belirler. Onu nasıl sarıyorsunuz, onunla dans mı ediyorsunuz yoksa kendinizi onun altına mı gömüyorsunuz
?''

''Yaşamın bir yönünü derinlemesine keşfedince karşınıza çıkan cevaplar her alanı kapsar. Yemekle ilgili saplantılarınızdan kurtulma aşamasında öğrendiğiniz şeyler aynı zamanda sevmek konusunda öğrenmeye muhtaç olduğunuz şeylerdir.

Kendinizi adayın.
Doğruyu söyleyin.
Kendinize güvenin.
Acının da başka her şey gibi bir sonu var.
Gülmeniz kolay olsun.
Ağlamanız kolay olsun.
Sabırlı olun.
Savunmasızlığa açık olun.
Tutunduğunuz bir şeyin sıkıntı vermeye başladığını anladığınızda onu bırakın.
Başarısızlığa açık olsun.

Korku yüzünden bilinmeyene atlamaktan veya karanlıkta oturmaktan vazgeçmeyin.
Unutmayın ki her şey biter, çalınır, kırılır, eskir; bedenler sarkıp kırışır; herkes acı çeker ve herkes ölür.
Hiçbir sevgi eylemi ziyan olmaz.
''

Sevgiye dair her şeyden mutlu olabilen, çok seven bir insanım.
Sevgiyi seviyorum.
Ve sevgiyi tercih ediyorum.
Ve sanırım Roth da benimle aynı fikirde:
'' Birini sevmek ve sevilmek insana başka insanlarla, tüm canlılarla neyin mümkün olduğunu öğretir.
Kendinizi değişim yaratan biri mi yoksa etkisiz eleman olarak mı gördüğünüz önemli. Kendinizi saygıyla mı yoksa umursamazca mı değerlendirdiğiniz önemli.
Kendiniz üstünde verdiğiniz her uğraş önemli.
Sevgiyi tercih ettiğiniz her sefer önemli.
''

Sevgiyi, iyiyi, güzeli tercih ettiğiniz her yeni güne gelsin bu yazı.
Kendinizi sevmekle başlayın işe.
Çünkü unutmayın, siz değerlisiniz.
Kendinizi severek ve kendinize saygı göstererek başlayın işe sonra da çevrenizdekilere aynısı uygulayın. Her şeyin çok daha kolay olduğunu göreceksiniz.
Sevgiyle kalın, sizi seviyorum...

3.2.15

İlk Yoğurdum :)

Bugün Akdeniz’de olmanın mutluluğuyla bir başka uyandım. 

Diyeceksiniz ki kızım yeni mi anladın Akdeniz’e geldiğini kaç gün oldu, e haklısınız da işte yeni yeni fark ediyorum tatile geldiğimi. Gelir gelmez dumura uğradım ben, neler yaptım hangi gün nasıl geçti hiç farkında değilim inanın ama bugün güneşli bir güne uyanınca sanırım mutluydum ve hissediyordum bazı şeyleri, farkındaydım yani bugünün :)

Ya biliyor musunuz ben sevdiğim zaman çok seviyorum ve bence Akdeniz’de öyle.
Sevmek ve sevilmek için var edilmiş gibi.
Eskinin sevdiğim Ayna’sı ‘’Yatağını yorganını, çeyizini, bohçanı, yüreğini kapta gel’’ diyor ya mutlaka gelmelisiniz. Dereden tepeden kıyıdan köşeden bir yol bulup gelmelisiniz ;)

Yoğurt yaptığımı söylemiştim sizlere bir önceki yazımda :)
Evet evet konuşacağım bunun hakkında :)
Size bir şey söyleyeyim mi başarısız olmak beni korkutmuyor. Aksine olmak istiyorum bazen. Bile isteye yanlışı yaptığım oluyor bazen. Çünkü tecrübe denen şey öyle kazanılıyor ve tecrübelerimiz bizim çoğu şeyimiz aslında... Tecrübe biriktirmekten hoşlananlardanım anlayacağınız ;)
Bu yoğurt konusunda da başarısız oldum denemez aslında.
Sadece annemle bir küçük anlaşmazlığa düştük. 
Ha buradan anlamayın ki annem yüzünden böyle oldu. Hayır tabi ki öyle değil.
O yıllardır yapar ve gayette olur ama iki kişiden iki farklı fikir çıkınca durum biraz karışıyor :)
Sonuç olarak iyi kalite bir yoğurt elde edemedim ilk denememde ama yemesi eğlenceli orta kalite bir yoğurt olduğunu söyleyebilirim :) Yani biz yerken güldükte baya :)

Şöyle kısaca bahsedeyim .
2 litre kaynamış ılımış inek sütüne, 2 dolu yemek kaşığı yoğurdu (doğal yoğurt adı altında aldığımız ama sorunun orada başladığı bir yoğurt koydum.) bir miktar süt ile erittikten sonra  ekledim. Ve odanın bir köşesinde tencerenin üzerini ısı getirecek bir şeylerle sarıp 4-5 saat beklettim. Daha sonra da buzdolabına kaldırdım.
Yani kıvam olarak tutmadı tam biraz daha sıvı kaldı yoğurdum. O da yaparken kullandığım yoğurttan kaynaklandı. Siz bunu hazır yoğurtlarla yapabilirsiniz ve her yapışınızda yoğurdunuzdan bir miktar ayırarak yeni yapacağınız yoğurtta onu kullanabilirsiniz. Zamanla daha başarılı sonuçlar alırsınız böylelikle.

Önemli!!!
Yoğurdun ana maddesi süt olduğu için demir ve  C vitamini dışında insan gereksinimi olan tüm besin öğelerini içerir.

Ancak süt ve yoğurt çoğu zaman birbiri yerine kullanılabilse bile bazı durumlarda buna dikkat edilmelidir.

Konstipasyon(kabızlık) durumunda bireye süt (yağ içeren) verilmesi, bağırsak hareketlerini artıracağı için daha uygundur. Diyare (ishal) durumunda ise yoğurt verilmesi daha doğru bir hareket olur. Çünkü yoğurt zararlı mikroorganizmaların oluşumunu engelleyen bir etkiye sahiptir. Aynı zamanda da probiyotik dediğimiz bağırsak florası için yararlı bakterileri içeren bir besindir.
Ve özellikle yaşlı bireylerde süt içmek gaz oluşumuna, şişkinliğe sebebiyet verebilir. Bu durumlarda da alınması gereken kalsiyum yoğurttan karşılanmalıdır. Yoğurdu daha iyi tolere edebilir bu bireyler.

Hepinize mutlu günler.
Sağlıcakla kalın efendim :)